YİRMİ BEŞİNCİ SOHBET
Abdülkâdir Geylânî (r.a.) 19 Zilhicce 545 tarihinde şöyle sohbet etti:
İsa (a.s.) güzel bir koku kokladığı zaman burnunu kapatır ve “Bu dünyadandır ve sizin aleyhinizde bir delildir” derdi.
A söz ve davranışlarıyla zâhid olduklarını iddia edenler! Siz zâhidlerin giysilerine bürünmüşsünüz, içiniz ise dünya hırsıyla, dünyaya özlemle dolu. Üzerinizdeki giysileri çıkanp kalplerinizdeki özlemi, isteği, hırsı ortaya koysanız sizin için daha iyi ve ikiyüzlülükten daha uzak olurdu. Gerçek zâhidin kısmeti ayağına gelir, o da alır, dışını kısmetiyle örter. Kalbi ise zühd doludur, dünyaya ve başka şeylere en ufak rağbeti yoktur. Bundan dolayı Peygamberimiz Muhammed (s.a.v.) İsa’dan (a.s.) ve diğer peygamberlerden daha zâhid idi. Bununla birlikte O, “Dünyanızdan bana üç şey sevdirildi: Güzel koku ve kadınlar. Gözümü aydınlığı da namazda kılındı ” buyurmuştur.
Dünyaya ve başka şeylere karşı hiçbir arzu, isteği olmamasına rağmen bunlan sevmiştir. Çünkü bunlar, Rabbinin ilminde daha önceden yazılmış olan kısmeti idi. Kısmetini Allah’ın emrini yerine getirmek için alıyordu. Emri yerine getirmek de bir itaattir. Kısmetini bu yolla alan herkes dünya ile içiçe olsa da itaat halinde demektir.
A cehaletine dayanarak zâhid geçinenler! Beni dinleyin ve doğrulayın, yalanlamayın. Bunu öğrenin ki bilgisizliğinizle kaderden şikayetçi olmayasınız. Bilgisine rağmen bilgisiz olan, kendi görüşüyle yetinen, nefsinin, hevasının ve şeytanının sözünü kabul eden kimseler iblisin kuludur, ona tabi olmuş ve onu mürşidi yapmış demektir. A bilgisizler! A münafıklar! Kalpleriniz ne kadar da karanlık! Ne kadar kötü kokuyorsunuz! Dilleriniz ne de laf yapmasını biliyor! İçinde bulunduğunuz bütün bu hallerden tevbe ediniz. Allah’tan ve Onun sevdiği ve Onu seven veli kullardan şikayetçi olmayı bırakın ve kısmetlerini almak konusunda onlara itiraz etmeyin. Çünkü onlar hevalanyla değil, Allah’ın fermanıyla alırlar. Onlar Allah’ı çok severler, onu çok arzularlar, Onun dışındaki şeylerle ilgilerini kesmek, içlerini ve dışlannı herşeyden çevirmek konusunda çok titizdirler. Fakat onların, Allah’ın ilminde önceden bilinmekte olan kısmetleri vardır ve onu almalan gereklidir. Onların en büyük sıkıntısı dünyada bulunmalan, kısmetleriyle içli dışlı olmalan ve Allah’ı ve kendilerini yalanlayanlan görmeleridir.
Oğlum! Nefsin ve hevan ile birlikte olduğun sürece insanlar hakkında konuşup durmayı bırak. Konuşma bakımından ölü gibi ol. Çünkü Allah seni bir iş için dilediği zaman seni ona hazırlar. Dilediği zaman seni ayağa kaldınr, o işe ehliyetli kılar ve sana sebat verir. Gösteren odur, sen değil. Kendini, konuşmanı ve bütün durumlannı Onun kaderine teslim et ve amele meşgul ol. Sözsüz amel, gösterişsiz ihlas, şirksiz tevhid, zikirsiz dilsizlik, kalabalığa kanşması olmayan bir yalnızlık ve dışsız iç ol. Niyetini iptal ederek içinle uğraş. Sen Allah’a hitap ediyor ve “yalnız sana kulluk eder, yalnız senden yardım dileriz” sözünle Ona işaret ediyorsun. Bu, bir yerde hazır bulunan kimseye yöneltilen bir hitaptır. Sen benim yanımda bulunuyorsun, ey bana yakın olan ve beni bilen! Ey beni gören! Namazlannızda ve diğer ibadetlerinizde bu niyetle bu şekilde, sesleniniz. Bundan dolayı Hz. Muhamed (s.a.v.) “Allah’ı görüyormuş gibi kulluk et, Sen Onu görmüyorsan da O seni görüyor” buyurmuştur.
Oğlum! Helâl lokma yiyerek kalbini temizle. Rabbini ancak böyle yaparak tanıyabilirsin. Lokmanı, hırkanı ve kalbini temiz tut. Böyle yaparsan safâ bulursun. Tasavvuf “safâ” kökünden türemiştir.
A yün giyen! Tasavvufla uğraşmakta kararlı olan kimsenin kalbi Allah dışında herşeyden
temizlenir. Bu ise, hırkalan değiştirmekle, yüzleri sarartmakla, omuzları toplamakla, sâlihlerin hikayelerini ağzına dolamakla, teşbih ve tehlil için parmakları hareket ettirmekle olacak iş değildir. Hakk’ı istemekle kararlılıkla, dünyadan ilgiyi kesmekle ve insanları kalpten çıkarmakla ve Allah dışındaki herşeyden soyutlanıp uzaklaşmakla olur.
Sûfîlerden biri “Bazı gecelerimde “Allahım! beni, bana fayda veren, sana zarar vermeyen şeylerden yoksun bırakma” diye dua ettim, bu duayı tekrarladım ve uyudum. Rüyada sanki şöyle diyen birini gördüm: “Sen de kendinefayda verecek şeyleri yapmaktan kaçınma, sana zarar verecek şeylerden de uzak dur. ”
Peygamberinize ulaşan nesebinizi sağlamlaştırın. Ona sağlamca uyan kimseni nesebi de sağlam demektir. Ona uymadan “Ben Onun ümmetindenim” demenin ise sana bir yaran yoktur. Söz ve eylemlerinizde Ona uyduğunuz zaman ahiret yurdunda onunla birlikte olursunuz. Allah’ın (c.c.) “Peygambersize ne verdiyse onu alın, size neleriyasakladıysa onlardan da sakının ”10 buyruğunu hiç duymadınız mı?
Size emrettiği şeyleri yerine getirin, yasakladığı şeylerden de kaçının. Böyle yaparsanız dünyada kalplerinizle, ahirette ise nefis ve bedenlerinizle Allah’ın yakınında olmuş olursunuz. A zâhidler! (!) Siz güzelce zâhidlik etmiyorsunuz. Nefıs ve hevalarımzla zühd yapıyorsunuz ama görüşlerinizle sıvışıp kaçıyorsunuz. Allah’ı tanıyan, bilen ve nasihat diliyle ve tamahkarlık etmeden insanlara yönelmiş olan üstadlara uyun ve onlarla birlikte olun. Onlar Allah’a yönelmiş, başkasından da yüz çevirmişlerdir.
Oğlum! Senin arkana oturulmadan önce kalbinle Allah’a dön. Sâlihlerin güzel hallerinden yalnız söz etmekle ve temenni etmekle yetiniyorsun. Elinde duran suya ağzını açıp da ağzında hiçbir şey göremeyen kimse gibisin. Yazık sana! Temenni ahmaklık ovasıdır. Hz. Peygamber (s.a.v.) “Temenni etmekten uzak durunuz. Çünkü temenni ahmaklık ovasıdır” buyurmuştur.
Kötü kimselerin yaptığını yapıyor, iyilerin derecelerini umuyorsun. Ümidi korkusuna baskın olan kimse zındıklaşır, korkusu ümidine baskın olan kimse ise ümitsizliğe düşer. Kurtuluş ikisinin dengeli oluşundadır. Resülullah (s.a.v.) “İnananın korku ve ümidi tartılsa birbirini dengelerdi” buyurmuştur.
Sûfîlerden biri “Süfyanı Sevri’yi ölümünden sonar rüyada gördüm. Dedim ki ‘Allah sana nasıl davrandı?’. Ayağımın birini sırat köprüsü üzerine, diğerini cennet üzerine koydum’ dedi” diye anlatmıştır.
Allah’ın selamı onu üzerine olsun. Fakih, zâhid, takvalı bir kimseydi. İlim öğrendi ve ilmiyle amel etti. Amel ederek ilme hakkını verdi, ihlaslı davranarak da amele hakkını verdi. Allah da
ona doğrudan nzasmı verdi. Peygamber (s.a.v.) de ona kendisine uyması sebebiyle nzasını verdi. Hz. Peygambere uymayan, bir eline dinini, diğer eline de ona indirilen kitabı almayan kimse yürüdüğü yolda Allah’a ulaşamaz. Kendisi helak olur, başkalarını da helak eder, kendisi sapar, başkalannı da saptınr. Kitap ve sünnet Allah’a götüren iki kılavuzdur. Kur’an Allah’a götüren kılavuz, Sünnet ise Peygambere götüren kılavuzdur.
Allahım! Bizi nefislerimizden uzaklaştır. Bize dünyada ve ahirette güzellik ver ve bizi cehennem azabından koru.