ON BİRİNCİ SOHBET
Abdülkâdir Geylânî (r.a.) 19 Şevvâl 545 tarihinde, Cuma günü sabahı medresede şöyle sohbet etti:
Ey cemaat! Allah’ı tanıyın, O’nun câhili olmayın. O’na itaat edin, isyan etmeyin. Onun yaptıklanna nza gösterin, baş kaldırmayın. Kazasına razı olun, şikayetçi olmayın. Allah’ı ortaya koyduğu eserleriyle tanıyın. O yaratandır, rızık verendir, ilktir, sondur, zahirdir, bâtındır. O, evveli olmayan ilk (kadîm), sonu olmayan dâimdir. O; istediğini yapandır, yaptığı şeylerden sorguya çekilmez, insanlar ise sorgulanacaktır. Zenginliği, fakirliği, faydayı, hayatı, ölümü ve cezayı veren, korkulan ve umulan da O’dur. Başkalarından değil, sadece O’ndan korkun. Başkasından değil, yalnız O’ndan bekleyin. Kudret hikmete üstün gelinceye kadar Onun kudreti ve hikmetı ue yaşayın, unuma aranıza Dır engel girinceye kadar siyahı beyaz üzerine işleyin ki dinin, şekil bakımından değil de mânâ bakımından belirlenmiş olan sınırlarını aşmaktan korunasınız. Bu makama sâlih kimselerden ancak birkaç kişi erebilir. Bizim dinin sınırlan dışında herhangi bir şeye ihtiyacımız yoktur. Bunu ancak işin içine girip bizzat yaşamış olanlar bilir. Sırf sıfatları öğrenmekle bunu kavrayamazsm.
Bütün işlerinizde Resülullah’ın (s.a.v.) huzurundaymış gibi olun ve hükümdar sizi çağınncaya kadar onun emir ve yasakları altında ve ona tâbi olma yolunda kuşaklannızı bağlayın. Hükümdar sizi huzuruna çağırdığında da Resûlullah’dan (s.a.v.) izin isteyip huzura girin.
Süfilerden bir gruba ebdâl (bedeller) denmiştir. Çünkü onlar, Allah’ın iradesi yanında başka bir irade istemezler. Onlar açık hükümlerle hükmeder, açık ameller işlerler, sonra da sırf kendilerine ait olan amellerle başbaşa kalırlar. Dereceleri ve makamları yükseldikçe emir ve yasakları da artınrlar. Bu hal, emir ve yasakların bulunmadığı bir makama yükselinceye kadar sürer. Bu makamda, dinin emirleri onlarda artık kendiliğinden gerçekleşir ve onların doğal bir davranışı olarak kabul edilir. Onlar Allah’ın yanında kendilerini kaybetmişlerdir. Onlar ancak emir ve yasaklar geldiği zaman kendilerine gelirler. Allah’ın emir ve yasaklarını ise hep korur ve dinin sınırlarından dışarı hiç çıkmazlar. Çünkü farz ibadetleri terketmek zındıklıktır, haramları işlemek ise isyandır. Farzlar hiç kimseden hiçbir zaman düşmez.
Oğlum! O’nun hükmü ve ilmiyle amel et, yoldan çıkma, verdiğin sözü unutma. Nefsinle, şeytanınla, tabiatınla ve dünya ile mücadele et, Allah’ın yardımından ümidini kesme. Allah’ın yardımı, sana sabır ve sebat göstermen durumunda gelecektir. Allah (c.c.) “Allah sabredenlerle beraberdir”29; “Allah’ın taraftarlarıdır üstün gelecek olan “30 ve “Yolumuzda çaba gösterenlere yollarımızı gösteririz”31 buyuruyor. İnsanlara bir konuda şikayet ileteceğin zaman nefsinin dilini tut. Ona ve bütün insanlara karşı Allah adına hasım ol. Onlara Allah’a itaat etmelerini emret, O’na karşı bir suç işlemekten sakındır, sapkınlıktan, bid’atlerin peşine düşmekten, heva ve heveslerine uymaktan sakındır. Allah’ın kitabına, Peygamberinin yoluna uymalannı emret.
Allah’ın kitabına hürmet edin ve Ona karşı edepli olun. Allah’la sizin aranızdaki bağdır o. Onun hakkında “yaratılmıştır” demeyin. Allah “Bu benim sözümdür” diyor, siz ise “Hayır, değil” diyorsunuz. Kim Allah’a karşı itiraz eder ve Kur’ân’ı yaratılmış kabul ederse Allah’ı tanımamış olur ve bu Kur’ân o kimseden uzaklaşır. Bu Kur’an, bu tilavet edilen, okunan, dinlenen, bakılan ve mushaflarda yazılı olan kitap Allah’ın
sözüdür. İmam Şafiî ve Ahmed İbn Hanbel (r.a.) “Kalem yaratılmıştır, onun yazdığı ise yaratılmamıştır; kalp yaratılmıştır, onun ezberinde olan ise yaratılmamıştır” derlerdi.
Ey cemaat! Kur’ân’dan, hakkında tartışarak değil, içindekilerle amel ederek faydalanın. İtikat yalnızca birkaç kelimedir, ameller ise çoktur. Ona iman edin, kalplerinizle doğrulayın, organlannızla da uygulayın. Size yaran dokunacak şeylerle uğraşın, eksik ve işe yaramaz birtakım düşüncelere bakmayın.
Oğlum! Nakil yoluyla elde edilen bilgiye akılla ulaşılamaz, nass da kıyasa dayanılarak terkedilmez. Apaçık delili bırakıp da salt iddiadan ibaret sözlere kanma. İnsanlann mallan, delil olmadan, sırf dava edilerek ellerinden alınamaz. Resûlullah “İnsanlar sırf dava etmekle istediklerini alacak olsalardı birileri başka binlerinin mallarım ve canlarını dava ederdi. Fakat delil getirme yükümlülüğü dava edene, yemin etme yükümlülüğü ise inkâr edene aittir” buyurmuştur. Bilen kimsenin dilinin, bilmeyenin kalbine bir yararı dokunmaz. Efendimiz (s.a.v.) “Ümmetim hakkında en çok endişe ettiğim şey, ağzı laf yapan münafıktır” buyurmuştur.
Ey âlimler ve câhiller! Ey burada olan ve olmayan herkes! Allah’dan utanın ve kalplerinizle O’na yönelin. Onun önünde alçalın, nefislerinizi kader balyozlarının altına koyarak onu nimetlere şükretmeye zorlayın. Ona itaat konusunda gündüzü geceye ulayın. Bunu başarabilirseniz
Allah’ın ikramı, izzeti ve cenneti hem dünyada, hem de âhirette gelip sizi bulacaktır.
Oğlum! Dünyada sevdiğin hiçbir şey bırakmamaya çalış. Bunu başarabilirsen nefsinle bir an olsun başbaşa bırakılmazsın. Unutursan sana hatırlatılır, dalgın düşersen uyandırılırsın. Artık Allah az bir süre için bile seni zâtından başkasına baktırmaz. Bunu tadan bilir. Bu grup, insanlar içinde üç beş kişidir, insanlar yanında huzur bulmayı hiç kabullenemezler.
A münafık kafalılar! Âfet ve musibetleri kalplerinizin başı ucunda duruyor. Allah’ın dostları, (bir an olsun) kalp gözleriyle Hak’tan başkasına bakınca yeniden Allah’ın huzuruna dönebilmek, kendilerini O’nun önüne atmak, insanlan görmezlikten gelmek ve dillerinin şikayet etmesine engel olmak için varlarım yoklannı harcarlar. Günler, geceler, aylar ve yıllar geçer, onlar Hakk’a karşı hiç değişmeden aynı durumlarını sürdürürler. Onlar Allah’ın yarattığı en akıllı varlıklardır. Siz onları görseniz “bunlar deli” dersiniz. Onlar sizi görse “Bunlar herhalde ceza gününe inanmamışlar” derler. Onların kalpleri Allah’ın huzurunda üzgün ve kırıktır. Onlar sürekli korku ve endişe içindedirler. Allah’ın celâl ve ululuk perdesi onlara her açıldığında korkulan biraz daha artar. Kalpleri kırıldı kırılacak, organlan da parçalandı parçalanacak durumdadır. Allah onların bu hâlini görünce rahmet, cemâl, lütuf ve ümit kapılarını açar. Bunun üzerine onlardaki korku yerini dinginliğe bırakır. Ben ancak âhireti
ve Hakk’ı isteyenlere bakmayı severim. Dünyayı, insanlan, nefis ve hevâyı isteyenlerle ise ben ne yapabilirim ki? Ben böyle kimseyi ancak tedavi edebilirim. Çünkü o hastadır. Hastaya ancak doktoru sabredebilir.
Yazık sana! Sen, benden gizli olmadığı halde halini benden saklıyorsun. Dünyayı arzuladığın halde, kendini âhireti severmiş gibi gösteriyorsun. Bu kalbindeki heves senin alnında yazılıdır. Gizlediğin şey, göz önünde durmaktadır. Elindeki dinar, geçersiz bir akçedir, içinde biraz altın bulunan gümüştür. Bana geçersiz akçe verme, ben öyle çok paralar gördüm. Ver onu bana, imkân tanı da onu eritip saf altını ortaya çıkarayım ve gerisini atayım. Az miktardaki kaliteli mal çok miktardaki kalitesiz maldan iyidir. Elindeki o dinarı bana ver. Ben para basanım, bu işin aleti benim yanımdadır. Gösteriş ve nifaktan dön ve nefsinin münafık olduğunu itiraf etmekten utanma. Muhlislerin çoğu eskiden münâfıktı. Bundan dolayı süfîlerden biri “İhlası, ancak gösterişçiler bilebilir” demiştir. Baştan sona kadar ihlasını sürdürebilenler her nâdirden daha da nâdirdir. Çocuklar ilkin yalan söyler, toprakla ve pis şeylerle oynar, başlarını derde sokar, anne babalanndan para çalar ve söz taşırlar. Akıllan başlanna geldikçe bu yaptıklarını azar azar bırakırlar, anne, baba ve öğreticilerine karşı davranışlanm düzeltmeye başlarlar. Allah kimin iyiliğini dilemişse edepli olur ve sahip olduğu kötü özellikleri terk eder. Kimin de kötülüğünü dilemişse olduğu hal üzere yaşar,
hem dünyada, hem de âhirette helak olur gider. Allah (c.c.) derdi de, devasını da yaratmıştır. Günah derttir, devası itaattir. Zulüm bir derttir, devası adalettir. Hata bir derttir, devası ise doğruyu yapmaktır. Allah’a karşı gelmek bir derttir, devası günahlann sarhoşluğundan tevbe etmektir. Tedavinin başarılı olması, kişinin kalbini insanlardan büsbütün uzaklaştırıp Allah’a yaklaştırmasına veya yükseltmesine, ruhunun gökyüzünde, evinin yeryüzünde olmasına bağlıdır. Kalben Allah’la birlikte olur, hükmüyle amel etme konusunda insanlar gibi yaparsın. Hiçbir konuda onlardan farklı davranmazsın. Böylece ne Allah’ın, ne de insanların sana karşı ileri süreceği bir delil kalmaz. İç dünyanda Allah’la, dış dünyanda insanlarla başbaşa kalırsın. Nefsinin başını kaldırmasına fırsat bırakma. Sen onun sırtına bin, aksi halde o senin sırtına biner. Sen onu yere çal, aksi halde o seni yere çalar. Allah’a itaat konusunda senin isteklerine uymazsa açlık, susuzluk, zillet ve kimseciklerin olmadığı bir yerde yalnızlık kırbacıyla onu cezalandır. Mutmain olup bütün hallerinde Allah’a itaat edinceye dek kırbacını onun üzerinden eksik etme. Bulduğun her fırsatta “falanca zaman şöyle şöyle yapmamış miydin?” diye ona hatırlat ki hep ezik olsun. Bütün bunlarda ancak Allah’ın muradını, O’na karşı gelmemeyi, günah işlememeyi, içinin ve dışının bir olmasını, yani karşı gelişi olmayan bir uyum, günahsız bir itaat, nankörlüğü olmayan bir şükür, unutması olmayan bir zikir, hiç kötülüksüz bir hayır olmasını isteyerek yardım görebilirsin. İçinde Allah’tan başka birsi olduğu sürece kalbinin kurtuluşu olmaz. Sen kalbinle başkasına yönelmiş isen bin yıl ateşin üstünde secde etsen bile bir işe yaramaz. Efendisinden başkasını seviyorsa onun güzel bir sonu olmaz. Herşeyden vazgeçmediğin sürece onun sevgisiyle mutlu olamazsın. Kalbinle dünya malına yönelmiş iken kendini zühd sahibiymiş gibi göstermenin ne yaran vardır? Allah’ın bütün canlıların kalbinden geçeni bildiğini bilmiyor musun? Sen hiç utanmıyorsun. Kalbinde başkası olduğu halde nasıl dilinle “Allah’a tevekkül ettim” diyebiliyorsun?
Oğlum! Allah’ın senin günahlarına göz yumduğuna aldanma. Çünkü onun yakalayışı çok çetindir. Bu Allah’ı tanımaz âlimlere de aldanma. Onların tüm bilgileri faydalarına değil, zararlannadır. Onlar Allah’ın hükümlerini bilirler, ama Allah’ı bilmezler. İnsanlara O’nun buyruklannı iletirler, ama kendileri uymazlar. İnsanlara yasaklar koyarlar, ama koydukları yasaklan kendileri çiğnerler. İnsanları Allah’a çağırırlar, ama kendileri kaçarlar. Günah ve suç işleyerek Allah’la cenk ederler. Onların hepsinin ismi benim yanımda yazılı, kayıtlı ve sayılıdır.
Allahım benim de, onların da günahlarını bağışla. Hepimizi Peygamberin Muhammed’e (s.a.v.), ve atamız İbrahim’e (a.s.) bağışla. Allahım bizi birbirimize düşürme. Birbirimizden faydalandır ve hepimizi rahmetin altına al. Amîn.