Gündem 1 – Son Dakika Gündem Haberleri – Gundem1.com

Türkiye ve Dünyadan Son Dakika Haberleri

Yeryüzü ve Uzay

Gökyüzü Tek Bir Parçaymış Gibi Dönermi?

GÖKYÜZÜ TEK BİR PARÇAYMIŞ GİBİ DÖNER Mİ?
Şimdi evrenin geri kalanına dönüp bakmanın zamanı geldi. Çünkü bu da, yeryüzü hakkında birkaç soru sormamıza yardımcı olacaktır.
Eski çağlarda yeryüzünün tüm evreni oluşturduğu düşünülürdü. (Var oluşlarına ilişkin hiçbir bilimsel kanıt bulunmayan cennet, cehennem ve doğadışı diyarlar bir yana bırakılırsa; o zamanlarda dünyanın evreni oluşturduğunu düşünmek pek olağan bir durumdu.) Yeryüzünün dışı ise, gündüzleri mavi renkli olan, içinde güneş ışıkları saçan ve geceleri rengi kararan ama Ay ile yıldızların parladığı gökyüzünden oluşuyordu.
Gökyüzü bir kubbe şeklindeydi ve dünyayı örten tek parçadan oluşmuş bir şey gibi düşünülüyordu. Erken çağlarda yaşayan insanlar dünyayı düz bir yer ve gökyüzünü de her yöndeki ufuktan uzanıp da yeryüzünü yarım küre şeklinde kapak gibi örten bir şey olarak düşünmüşlerdi. Daha sonraları Incil’de Gökkııbbe sözcüğü kullanılmıştı. Bu da, Musevice’deki ince metal bir tabaka anlamına gelen kelimelerden türetilmişti.
Metal tabaka olsun ya da olmasın, eğer gökyüzü kesiksiz bir maddeden oluşuyorsa tek bir parça halinde dönmeli ve üzerindeki her şey uyum içinde bu dönüşe katılmalıydı. Ancak, durum gerçekte böyle midir?
Günümüzde insanlar gökyüzüne pek sık bakmıyorlar. Çünkü pek çoğumuzun yaşadığı büyük kentler öyle cafcaflı şekilde ışıklandırılmıştır ki, geceleri gökyüzünün görüntüsü boğulmuş gibi olur. Oysa ki, eski çağlarda gözyüzü gerçekten karanlıktı. Ve gökler bulutsuz olduğunda, özellikle Ay görünmüyorsa yıldızların parıltısı görkemli bir görüntüyü oluşturuyordu. O zamanlarda, denizciler yıldızlara bakarak gemisini sevk eder; astrologlar
da yıldızları gözleyerek uluslarla bireylerin geleceği hakkında onlardan ipuçları çıkarırlardı. Kimi kişilerde yalnızca güzelliğini seyretmek üzere yıldızlara bakardı. Eski Yunanistan, Babil ve Eski Mısır gibi ülkelerde gözyüzünü izleyenler, tüm yıldızların Kutupyıldızı çevresinde bir daire çizerek döndüğüne dikkat ettiler. Kutupyıldızına yakın yıldızlar küçük
daireler çizerek her gece, gece boyunca gözyüzünde kalır. Kutupyıldızına uzak yıldızlar ise, ufkun altına inerek daireyi tamamlayıp sonra yeniden ortaya çıkarlar. Burada önemli olan, tüm yıldızların hep birlikte hareket ediyormuş gibi görünmeleriydi. Onlar birtakım şekillei oluşturuyordu. Hayal gücü hızlı çalışan kişiler bu yıldız kümelerine bakar, onlarda bazı hayvan ya da başka şeylerin biçimlerini (bu yıldız kümeleri, takımyıldızlardı) görürlerdi. Böyle yıldız kümeleri insanlar baktığı sürece, geceden geceye hiç şekil değiştirmemiş durumda kalırlardı. Sanki yıldızlar masif bir gökkubbeye yapıştırılmış gibi hep birlikte dönüyor ve böyle yaparken oldukları yerde sabit kalarak parıldıyorlardı.
İşte bu nedenle onlara sabit yıldızlar denildi. Gökyüzünde, gözleri sağlam olan kişilerin bulutsuz ve açık gecelerde görebildiği altı bin dolayında sabit yıldız vardır. Bunlardan birazı oldukça parlak, geri kalan çoğu oldukça donuktur. Ancak, onlara neden sabit yıldızlar denilmiştir. Eğer gökteki tüm cisimler yerlerinde sabit olsalar, neden durum olduğu gibi benimsenmez ve onlar neden yalnızca yıldız olarak adlandırılmazdı? Burada sorun, gökteki birkaç cismin yerlerinde sabit kalmayışlarından kaynaklanmaktadır.
Böyle gökcisimlerinden biri de, gece gözyüzünde en çok göze çarpan ve tarih öncesi çağlarının insanı tarafından en çok incelenmiş olan Ay’dır. Doğu yönünde doğan Ay, yıldızlar gibi gökte oyalanarak batıda batar. Ancak Ay’ın sabit yıldızlara göre sürekli batıya doğru kayıp yer değiştirişine dikkat etmemek olanaksızdır. Ay, tam bir batıdan doğuya kayış işlemini 29 1 /2 günde tamamlar.
Güneş de aynı devinimi yapar. Kuşkusuz güneş gökyüzünde parıldarken gök mavidir ve sabit yıldızlar görülmezler. Oysa, güneş batınca yıldızlar görünür. Ve eğer durumu geceden geceye gözlerseniz, takımyıldızların her güneş batışında biraz batıya doğru kaymış olduğuna dikkat edersiniz. Bu olayı açıklamanın en kolay yolu, güneşin de tıpkı Ay gibi, sabit yıldızlara göre batıdan doğuya kaydığını ve böylece gökyüzündeki tam bir yörüngesini 365 1/4 günde tamamladığını varsaymaktır.
Ay ve güneş özel gökcisimleridir. Ve gökteki diğer cisimlere benzemezler. Oysa ki, yıldızlara benzeyen (onlardan biraz daha parlak olan) ama geri kalan yıldızlara göre yer değiştiren beş gökcismi daha vardır. Bu beş gökcismi ilk kez Sümerliler tarafından İO 3000 yılında incelenmiştir. Ve öyle olağanüstü görülmüşlerdir ki, onlara Tanrı’ların adları verilmiştir. Daha sonra bu alışkanlık sürmüş; Eski Yunanlılar ve Romalılar da bu beş gök cismine Tanrı adları takmışlardır. Günümüzde de, yıldızlara benzeyen bu beş gök cismine Eski Romalıların taktığı şu adları kullanıyoruz : Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn. Bu beş gökcismi ile güneş ve Ay gezinen yıldızlardır. Ven onlara Eski Yunanca’da gezinmek anlamına gelen planet (Türkçe’mizde gezegen diyoruzÇeviren) adı takılmıştır. (Günümüzde ilerde açıklayacağım nedenlerle, güneş ve Ay’a artık gezegen denilmemektedir.)
Yedi gezegen her zaman insanların yoğun ilgisini üzerine çekmiştir. Çünkü onların gökte devinmeleri Tanrı’ların geleceğe
ilişkin kutsal mesajları sayılmaktaydı, (Oysa olay, vicdansız astrologların birtakım değersiz mesajları para karşılığı satarak kişileri sömürmesinden başka bir şey değildi.) Yedi günlük hafta kavramı, yedi gezegeni anımsatmak üzere ilk kez Babilliler tarafından kullanılmıştır. Günümüzde bile birçok Batı Avrupa dilinde bazı gün adları aynen gezegenlerin adından alınmıştır.
Gökyüzünde yedi gezegen serbestçe devinerek gökkubbeye yapışık değilmiş gibi davrandıkları için Eski Yunanlılar onların kendilerine ilişkin bir kubbede sabit oldukları ve kubbenin de gökyüzü (yıldızların küresi) ile yeryüzü arasında döndüğü sonucuna varmışlardı. Bu iç küre görünmediğine göre, mükemmel şekilde saydamdı ve Eski Yunanca’da saydam anlamına gelen kristal küre adıyla adlandırılmıştı. Şu halde gökyüzü tek bir parçaymış gibi döner mi? sorusuna eskilerin yanıtı birkaç istisna (ayral) ile “Evet” idi. Ama bizler onların bu yanıtının yanlış olduğunu bu kitabın ilerde inceleyeceğimiz bölümlerinde göreceğiz.