RADYO GÖKBİLİMİ NASIL GELİŞTİ?
1931 yılında Amerikalı radyo mühendisi Kari Guthe Jansky (1905-1950), Bell Telefon Şirketlerinin laboratuvarları için çalışırken telsiz radyo ile kıyıgemi arasında yapılan iletişime karışan birtakım parazitlerle uğraşmaya başladı. Bu parazitler gökgürültülü fırtınalar, yakındaki elektrik donammları ve havada uçmakta olan uçaklar yüzünden olabiliyor ve hepsi radyo iletişiminde kullanılan düzenli dalgalara rasgele karışarak çatırtılar meydana getirebiliyordu.
Jansky bu türden rahatsız edici radyo dalgalarım saptayabilen bir aygıt yaptı ve bu aygıtı kullanırken zayıf ama yeni türden
bazı parazitleri duydu. Önce bunların kaynağını kestiremedi. Parazitler yukardan geliyor ve günden güne yer değiştiriyorlardı. Jansky ilkönce bunların güneşle yer değiştirdiğini sandı. Oysa ki, parazitler güneşe göre, aynen yıldızlarda olduğu gibi hızlanıp günde dört dakika kadar zaman kazanıyorlardı.
Bu nedenle Jansky parazitlerin kaynağımn güneş sisteminin ötesinde bir yerlerde bulunabileceğini düşündü. Ve sonunda 1932 yılında parazitlerin, şu anda gökadanın merkezinin bulunduğu yer olarak bilinen Yay takımyıldızı yönünden geldiğine karar verdi. Bell Şirketi, 1932 yılı sona ermeden Jansky’nin vardığı sonuçları yayınladı. Bu sonuçlar o günlerde pek az ilgi çekmesine karşın, radyo gökbilimi’rân doğuşu olarak mimlendiler.
Kari G. Jansky’nin elde ettiği sonuçların gökbilimde bu denli az ilgi uyandırmasının nedenleri, gökbilimcilerin gökyüzünden gelecek radyo dalgalarının varlığından kuşkulanmamaları ve bu tür ışınımı alıp çözümleyecek uygun aygıtlara sahip olmamalarıydı. Oysa, Amerikalı radyo mühendisi Grote Reber (1911), dikkatini Jansky’nin çalışmaları üzerinde yoğunlaştırdı. 1937 yılında radyo dalgalarını saptayabilecek paraboloit biçiminde olan bir aygıtı kurdu. Çapı dokuz buçuk metre olan aygıt radyo dalgalarım alıp yansıtıyor ve onları daha kolayca incelenebileceği bir yerde odaklıyordu. Bu şekilde Reber ilk radyo teleskop’ıı kurdu ve kendisi de ilk radyo gökbilimci oldu.
Daha soma Reber gökyüzünde sıradan olanlara göre daha güçlü radyo dalgası kaynaklarım keşfedip bunların haritasım çıkardı. Bu kaynaklara radyo yıldızı ve yaptığı çalışmaya radyo haritası adlarım taktı. Vardığı sonuçları 1942 yılında yayınladı. Ancak o günler İkinci Dünya Savaşı’nır en yoğun dönemiydi. Reber’in yayınına da pek az ilgi gösterildi.
Bununla birlikte tayfın kızılaltı ucuna en yakın durumda olan en kısa radyo dalgalarının (mikrodalgalar) savaş döneminde pek yararlı olduğu ortaya çıkmıştı. Böyle mikrodalgalar, uyartı şeklinde gönderilip uçaklardan yansıması sağlamyordu. Yansımanın geldiği yön ve uyartımn gönderilişi ile yansımamn geri gelişi arasındaki zaman farkıyla kişi uçağın nerede olduğunu, hangi yönde ne hızla uçtuğunu kestirebiliyordu. Bu aygıta İngilizce’de radyo saptama ve menzili bıılma anlamına gelen ve radar diye kısaltılan bir ad verildi.
Radar aygıtının İngiltere’de hızla geliştirilmesi İngiliz fizikçisi Robert Watson-Watt’ın (1892-1973) rehberliğinde sağlandı. 1940 yılında yapılan savaşlarda sayıca zayıf kalan İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetleri’nin dev Alman hava gücüne yenilgiyi tattırması radar aygıtı sayesinde mümkün oldu.
Savaşta radar aygıtının geliştirilmesi sırasında radyo dalgalarını saptayan birtakım başka aygıtlar da icat edilmişti. Ve savaş biter bitmez, uzaydan gelecek dalgaları kolayca saptamak olasılaştı. Daha daha büyük radyo teleskoplar kuruldu. Çünkü, radyo teleskoplar eşleniği olan optik teleskoplara göre çok daha kolayca oluşturulabiliyordu.
Elbette ki, mikrodalgaların dalga boyları görünen ışığa göre çok daha uzun boyludur. Bunun anlamı, kişinin böyle dalgaları görünen ışığa göre çok daha donuk olarak görebilmesidir. Oysa ki, radyo teleskoplar büyüdükçe mikrodalgaların saptanışı geliştirildi. Gerçekte dev radyo teleskoplar birbirinden çok uzakta kuruluyor ve eşzamanlaması bilgisayarlarla sağlanıyordu. Böylece radyo teleskoplar çapı kilometrelerle ifade edilen alanlarda kuruldu. Sonuçta, mikrodalga ile görüş, ışıkla görüşten çok daha iyi bir şekle sokuldu.
1950’li yıllardan beri radyo gökbilimi bize ışık (optik) gökbiliminden çok daha fazla yararlı bilgileri sağlamaktadır. Sonuç olarak, son kırk yıl içinde evren hakkında bütün zamanlardan daha çok bilgi toparlamış durumdayız.