ikinci sohbet
Abdülkâdir Geylânî (r.a.) medresede 5 Şevval 545 tarihinde şöyle sohbet etti:
A llah’tan uzaklaşman seni Allah’tan gaflete /I düşürdü. Dövülüp horlanmadan, bela yılan- lan ve akrepleri üzerine salınmadan önce bu gafletinden dön. Belayı henüz tatmadın. Sakın ha aldanma. Sahip olduğun hiçbir şey seni şımartmasın. Çünkü yakında onlardan eser kalmayacak. Yüce Allah (cc.) “Onlar kendilerine verilenlerle sevinip şımarınca onları apansız yakalayıverdik”11 buyurmuştur. Allah katında olan, sabırla elde edilir. Bundan dolayı Allah (c.c.) sabır konusu üzerinde çok durmuştur. Sabır ve fakirlik ancak gerçek iman sahibi olan kimselerde bir arada bulunur. İman edenler imtihan edilir ve sabrederler.
Sıkıntı ve bela içinde olmalarına rağmen onlara iyi işler ilhâm edilir. Rableri tarafından gönderilen musibetlere sabrederler.
Sabır olmasa beni aranızda görmezdiniz. Geceden geceye kuş avlayan bir ağ kılındım, gözüm açılır, ayağım serbest bırakılır. Gündüz ise gözlerim kapalı, ayağım ağda bağlıdır. Bu, siz faydalanasınız diye böyle yapılmıştır. Ama siz bunu bilmiyorsunuz. Allah’a muvafakat göstermek olmasa aklı başında bir kimse bu memlekette oturup halkıyla içiçe olur mu hiç? Gösteriş, münâ- fıklık, haksızlık, şüphe ve haram dizboyu olmuş. Hakk’a karşı nankörlük ve günahkârlıkta birbirine yardım çoğalmış. Evinde âciz, dükkanında takvali; içerken zındık, koltuğuna kurulunca sıd- dıklar çoğalmış. Allah’ın hükmü olmasa sizin evinizde olan biteni size haber verirdim. Fakat benim, üzerine binâ yapacağım bir temelim, terbiyeme muhtaç çocuklanm var. Bildiğim şeylerin bir kısmını sayıp döksem aynlmamıza sebep olur. İçinde bulunduğum şu halde, Peygamberlerin gücüne ihtiyacım var. Hz. Adem’den bugüne kadar gelmiş geçmiş bütün insanların sabnna ihtiyacım var. Rabbânî bir güce ihtiyacım var.
Allahım! Lütfunu, yardımını ve nzam esirgeme! Âmîn.
Oğlum! Dünyada sonsuza dek kalmak ve ondan faydalanmak için yaratılmadın. Allah’ın sevmediği özelliklerini değiştiriver. Allah’a kulluk için “Lâ ilâhe illallâh” demeyi yeterli görüyorsun. Buna bir şey daha eklemediğin sürece bu
sözün sana faydası olmaz. İman söz ve ameldir. Küçük ya da büyük günahlar işler, Hakk’a karşı gelir, bunda ısrar edersen, namazı, orucu, zekatı ve diğer hayır işlerini terkedersen imanın sana fayda vermez. Böyle yaparsan kelime-i şehâde- tin sana ne faydası olur?
“Lâ ilâhe illallâh” dediğin zaman bir iddiada bulunmuş oluyorsun. Sana “Bu sözü söylüyorsun ama delilin var mı? Nedir delilin?” denir. Bu sözün delili emre uymak, yasaklardan kaçmak, sıkıntılara sabretmek ve kadere teslim olmaktır. Bütün bunları yapsan bile bunlar, ancak ihlâslı olduğun zaman kabul edilir. Amel olmadan söz; sünnete uygunluk ve ihlas olmadan da amel kabul edilmez.
Mallarınızın bir kısmıyla fakirlere yardım edin, dilenciyi geri çevirmeyin. Siz ona az veya çok bir şeyler verebilecek güçtesiniz. Vermeyi sevmek konusunda Hak Teâlâ’ya uyun ve sizi verecek durumda kıldığı için O’na şükredin.
Yazık sana! Dilenci Allah’ın sana gönderdiği bir hediyedir. Ama sen verebilecek durumda iken hediyeyi, gönderene geri çeviriyorsun. Benim yanımda iken dinliyor ve ağlıyorsun, yanma bir fakir geldiğinde ise kalbin katılaşıveriyor. Demek ki sen içten gelerek ağlayıp dinlemiyorsun. Benim öğütlerimi dinlemek, önce sır, sonra kalp, sonra da organlann iyi işler yapması ile olur. Benim sohbetime, ilmini, amellerini, dilini, nesebini, hasebini terket de gel. Malını ve aileni de unut. Benim önümde Hak’tan başka herşeyi kalbinden
çıkarıp atmış olarak dur ki O, sana yakınlık ve lütuf elbiselerini giydirsin. Sohbetime böyle gelirsen sabahleyin yuvasından aç çıkıp akşam tok dönen kuşlar gibi olursun.
Kalbin aydınlığı Allah’ın nûmndandır. Bundan dolayı Hz. Muhammed (s.a.v.) “Müminin ferâsetinden sakının, Çünkü o, Allah’ın nûruy- la bakar” buyurmuştur.
A günahkâr adam! Gerçek iman sahiplerinden sakın ve günah kirlerine bulanmış bir halde onlann huzuruna girme. Çünkü onlar, Allah’ın nûruyla senin içinde bulunduğun hâli görürler. Senin şirkini ve nifâkını görürler. Örtülerin altında gizlice işlediğin işlerini ve günahlannı görürler. Kurtulmuş birini görmeyen felâh bulmaz. Sen heves düşkünü birisin, ancak hevesine düşkün olanlarla düşüp kalkarsın.
(Cemaatten birisi “Bu körlük ne zamana kadar sürecek?” diye sordu.)
Abdülkâdir Geylânî şöyle cevap verdi: Bu körlüğün sona ermesi için doktora gidip başını kapısının eşiğine koymalı, onun hakkında güzel düşünmeli, hakkında beslediğin suçlayıcı düşünceleri yok etmelisin, çocuklannı da yanına alıp onun kapısına oturmalısın, verdiği ilacın acısına da katlanmalısın. İşte o zaman gözlerinin körlüğü gider.
Allah’a boyun eğ ve ihtiyaçlannı ona arzet. Yaptığın hiçbir işe değer verme. Amellerini ifla-
sın eşiğine bırak. Onunla arandaki kapılan ardına kadar aç, günahlarını itiraf et, kusurlanndan dolayı ona mazeretini sun. Ondan başka kimsenin sana fayda veya zarar dokunduramayacağı- nı, sana gelecek bir hayrı engelleyemeyeceğini veya nasibinde olmayan şeyi sana veremeyeceğini iyi bil. İşte o zaman gözünün körlüğü gider. Baş gözün ve kalp gözün açılır.
Oğlum! Elbiselerinin sertliği veya ne yedi- ğin-içtiğin önemli değildir. Önemli olan kalbinin dünyadan arınmış olmasıdır. Sâdik kimse, yünü önce iç dünyasında giyer, sonra bu yün (derece derece) dışa çıkar. Önce sırrı, sonra, kalbi sonra nefsi ve en son organlan yün giyer. Tamamen sertleşince rahmet eli yetişir ve onu değiştirive- rir, Üzerinden yas elbiselerini çıkartıp neşe elbiseleri giydirir. Sıkıntıyı nimete, üzüntüyü sevince, korkuyu güvene, uzaklığı yakınlığa, fakirliği de zenginliğe dönüştürür.
Oğlum! Kısmetini ihtirasla değil, gönülsüzce (zühd eliyle) al. Yerken gülenle ağlayan bir olmaz. Bütün kısmetler ve kalbin Hakk’m yanındadır. Doktor kontrolünde yersen yediğin şeylerin zararından güvende olursun. Bu, ne olduğunu bilmediğin şeyi yalnız başına yemenden elbette daha iyidir.
Kalpleriniz ne kadar da katı! Emânet duygusu gitmiş, aranızda acıma duygusu kalmamış. Dinin hükümleri size bir emânettir, fakat siz bu emâneti bıraktınız ve korumadınız.
Vay sana! Emâneti korumazsan yakında gözlerine su iner, ellerin ve ayaklann bağlanır, Allah (c.c.) rahmet kapısını sana kapatır. İnsanların kalbine sana karşı katılık duygusu verir ve sana vermelerine engel olur. Başlarınızı Rabbini- zin yanında tutun ve ondan sakının. Çünkü onun yakalaması çok çetin ve acıdır. Güven, âfıyet ve şımarıklık içinde iken sizi yakalayıverir. Ondan korkun, çünkü o göklerin ve yerin Tannsıdır. Verdiği nimetleri şükür ile koruyun, emir ve yasaklarına “Baş üstüne” diyerek karşılık verin. Zorluğa sabredin, kolaylığa şükredin. Sizden önceki Peygamberler ve sâlih insanlar böyle yapıyorlardı; nimetlere şükrediyor, sıkıntılara katlanıyorlardı.
Ona isyan edilen sofralardan kalkın, kulluk edilen sofralardan yiyin. Onun sınırlarını koruyun. Kolaylık geldiğinde şükredin, zorluk geldiğinde günahlarınızdan tevbe edip kendinizi sorgulayın. Çünkü Allah, kullara asla haksızlık etmez. Ölümü ve ötesini düşünün, Rabbinizi ve O’nun sizi hesaba çekeceği günü düşünün, size mühlet verdiğini hatırlayın.
Uyanın artık! Ne zamana kadar uyuyacaksınız? Bu bilgisizlik ne zamana kadar sürecek ve ne zamana kadar boş işler içinde dönüp duracak, nefis ve hevânıza, âdetlere uyacaksınız? Neden Allah’a kulluk ederek, dinin emirlerine uyarak kendinizi yetiştirmiyorsunuz? Kulluk âdeti terk etmek demektir. Niye Kur’ân’ın prensipleriyle ve Peygamber sözleriyle hayatınıza düzen vermiyorsunuz?
Oğlum! insanların içine uykulu, dalgın, körü körüne ve bilgisizce bir hâlde karışma. Basiretli, bilgili ve uyanık ol. Onlardan övgüye lâyık bir davranış görürsen sen de ona uy. Seni üzecek bir davranış görürsen ondan kaç ve insanları o davranıştan vazgeçirmeye çalış. Siz Allah’tan gaflet ediyorsunuz. Bırakın bu gafleti. Camiden ayrılmamalı ve Hz. Peygamber’e çokça salât ü selâm okumalısınız. Hz. Muhammed (s.a.v.) “Gökyüzünden bir ateş inecek olsa cami cemaati dışında hiç kimse o ateşten kurtulmazdı ” buyuruyor. Namaz kılmakta üşengeçlik ederseniz Rabbiniz- le bağınız kopar. Bundan dolayı Hz. Muhammed (s.a.v.) “Kulun Rabbine enyakın olduğu an secde hâlidir” buyurmuştur.
Vay sana! Ne kadar da yorum yapıyor ve ruhsatların peşine düşüyorsun. Yorum yapan yanlış yapar. Keşke azimetleri yapabilsek, icmâ ipine asılıp amellerimizde ihlaslı olabilsek. Ancak böyle yaparsak Allah’ın elinden kurtulabiliriz. Peki yorum yapıp ruhsatların peşine düşersek hâlimiz nice olur! Azimet ve azimet amelleri işleyenler kalmadı. Devir azimet değil, ruhsatlar devridir. Zaman gösteriş, nifâk ve haksız yere mal alma zamanıdır. Yaradan için değil de insanlar için namaz kılan, oruç tutan, hacca giden, zekat veren ve iyi işler yapanların sayısı bir hayli çoğaldı. Bu âlemin çoğu yaradanı olmayan insanlara döndü.
Hepinizin kalpleri ölü, nefisleri diri. Dünyalık istiyorsunuz. Kalp, insanların içinden çıkıp Hak’la beraber olmakla hayat bulur. Çünkü bu makam-
da şeklin önemi yoktur. Kalp, Hakk’ın emirlerine uyup yasaklarından kaçmakla, verdiği musibetlere, kaza ve kaderine sabretmekle hayat bulur.
Oğlum! Kaderinde ona teslim ol sonra da onunla beraber ol. -Bina ancak bir temel üstüne yapılabilir.- Sonra gece gündüz her anında bu hal üzere devam et.
Yazık sana! İçinde bulunduğun durumu bir düşün. Düşünmek kalbe ait bir iştir. Sana ait bir güzellik görürsen Allah’a şükret, kötülük görürsen ondan da tevbe et. Bu düşünme ile dinin canlanır ve şeytanın ölür. Bundan dolayı “Bir anlık tefekkür bütün geceyi ibadetle geçirmekten daha iyidir” denmiştir.
Ey Ümmet-i Muhammed! Allah’a şükredin. Çünkü O, önceki ümmetlere göre, sizi çok az bir amel ile yükümlü tutmuştur. Siz son ümmetsiniz. Âhirette ise ilkler olacaksınız. Sizden biriniz sağlam olursa onun gibi başka bir sağlam yoktur. Siz yöneticilersiniz, diğer ümmetler ise yönetilenler. Nefsinin evinde oturduğun sürece sağlam olamazsın. İnsanların elindekine arzulu olur, gösteriş ve nifakla onu elde etmeye çalışırsan sağlam olamazsın. Dünyalığa rağbet ettiğin sürece sağlam olamazsın. Kalbin Allah’ın dışında bir şeye güven duyduğu sürece sağlam olamazsın.
Allahım bize sana karşı sağlamlık ver. Bize dünyada ve âhirette güzellik ver ve bizi cehennem azabından koru.