ON DOKUZUNCU SOHBET
Abdülkâdir Geylânî (r.a.) 18 Zilkade 545 tarihinde Salı günü akşamı medresede şöyle sohbet etti:
Allah cenneti ve cehennemi yaratmamış olsaydı bile kendisinden korkulmaya ve ümit edilmeye lâyıktır. Rızasını isteyerek O’na itaat edin. Onun vereceği mükâfattan ve cezadan size ne? Allah’a itaat etmek, buyruğunu yerine getirerek, yasaklarını terkederek ve kaderine boyun eğerek olur. Ona tevbe edin, önünde ağlayın, baş ve kalp gözyaşlarmızla önünde alçalın. Ağlamak bir ibadettir ve alçalmanın son noktasıdır. Tevbe etmiş olacak, temiz niyetle ve güzel amellerle öldüğünde Allah sana yardım eder ve haksızlığa uğrayanlann mükâfatını vermeyi üzerine alır. Çünkü o zaman boyun eğenlere O’ndan başka rahmetini gösterecek kimse yoktur. Dünyada da,
ahirette de Allah’ı sevmeye bak. Onun sevgisi en çok önem verdiğin şey olsun. Allah sevgisi sana gereklidir. Sana fayda verecek odur. Bütün insanlar seni kendi menfaati için ister, Allah ise, seni senin menfaatin için ister.
Ey cemaat! Nefisleriniz ilahlık davası güdüyor, fakat haberiniz yok. Çünkü nefisleriniz Allah’a karşı zorbalık taslıyor, Onun muradı dışında şeyler istiyor, Onun düşmanı olan kovulmuş şeytanı seviyor da O’nu sevmiyor. Allah’ın kazası gelince nza göstermiyor, sabretmiyor, aksine şikayet ediyor, karşı geliyor. O, gönülden teslim olmanın ne demek olduğunu bilmeden İslam’ın adıyla yetiniyor. Fakat bunun ona bir faydası olmayacak.
Oğlum! Daima korku içinde ol ve Rabbinin huzuruna çıkıncaya, kalp ve beden ayakların O’nun huzurunda sapasağlam basıncaya ve eman belgesi eline verilinceye kadar kendini güvende bilme. O belgeyi aldığın vakit kendini güvende hissedebilirsin. Allah seni güvende kılınca Onun yanında birçok hayır görürsün. O seni güvende kılınca artık rahat ol. Çünkü O, bir şeyi bağışladığı zaman dönmez. Allah (c.c.) bir kulu seçince kendine yaklaştım. O, kulunu korku sarınca korkusunu alacak, kalbini ve sırnnı huzura erdirecek şey gönderir ve bu, Allah’la kendi arasında kalır.
Yazık sana! A câhil! Allah’a yüzünü dönüyor ve Onu kalbinin arkasına atıyorsun ve insanlara hizmet etmekle uğraşıyorsun. Allah dostlan, Allah’a hizmet etmekle meşgul oldular. O da onların kalplerini kendisine yaklaştırdı, böylece onlar Allah’ı tanıdı. Sûfîlerden biri Allah’ı tanıyıp nefsi, hevası, tabiatı ve şeytanı ile savaşı sona erdirince, onlardan ve dünyadan kurtulunca ve Allah ona yakınlık kapısını açınca yapacak başka bir iş arar. Ona “Geriye dön ve insanlara hizmet etmekle uğraş ve onlara bizim yolumuzu göster” denir. Doğru yolu arayıp bulmak isteyenleri bizim adımıza kandınnız. Siz Allah dostlannın, içinde bulunduğu hallerden habersizsiniz. Düşmanınız olan nefsinizi memnun etmek için gecenizi gündüzünüze katıyorsunuz ve Allah’ı kızdırmak pahasına eşlerinizi memnun etmeye uğraşıyorsunuz. İnsanlann çoğu, eşlerinin ve çocuklanmn rızasını Allah’ın rızasının önünde tutarlar. Ben senin hareketlerini ve tavırlarını, Allah’ın yanındakinden bihaber olarak eşin, kendin ve çocukların hakkında kaygılandığını görüyorum.
Yazık sana! Sen Allah’ın erlerinden sayılmazsın. Allah’ın erleri, Ondan başka kimse için amel etmezler. Kalbin kör olmuş, bizi görmüyor, sırrının safâsı gitmiş. Haberin olmadan Rabbinden perdelenmişsin. Bundan dolayı sûfîlerden biri “Perdelenip de bunufarkedemeyenlereyazıklar olsun ” demiştir.
Yazık sana ekmek kırıntılarının içinde kırık cam parçaları var, bilmeden sen onu yiyorsun. Çünkü çok obur, aşırı istekli ve hırslısın. Bir süre sonra miden paramparça olacak ve öleceksin. Başına gelen bütün sıkıntılar, Efendinden uzaklaşıp başkalarını tercih ettiğin içindir. İnsanları gerçekten tanımış olsan onlara buğzeder, yaratıcılan severdin. Resûlullah (s.a.v.) “Haber al, buğzet” buyurmuştur. Yani, sen daha denemeden seviyor ya da buğzediyorsun. Akıl dener, seninse aklın yok. Kalp dener, senin kalbin de yok. Kalp düşünür, kafa yorar ve ders çıkarır. Allah (c.c.) “Bunda kalbi olanlar için veya görerek kulak verenler için öğüt vardır”2 buyuruyor. Akıl kalbe, kalp sırra, sır yokluğa, yokluk varlığa dönüştü.
Hz. Adem ve diğer peygamberlerin arzu ve istekleri vardı. Ancak onlar nefislerine karşı çıkıyor ve Rablerinin nzasını istiyorlardı. Adem (a.s.) cennette tek bir şey arzuladı ve küçük bir hata (zelle) yaptı. Sonra da tevbe etti ve bir daha aynı hatayı işlemedi. Onun arzuladığı şey övülecek bir şeydi. Çünkü o, Allah’ın komşuluğundan hiç aynlmamayı istemişti. Peygamberler hep nefislerine, tabiat ve şehvetlerine karşı geldiler ve böylece gerçekten melekler seviyesine çıktılar. Çünkü nefisleriyle çok fazla mücadele ediyor, savaşıyorlardı. Peygamberler ve Allah’ın veli kulları sabrederler, siz de onlara uyup sabredin.
Oğlum! Düşmanından aldığın darbeye dayan. Yakında sen vurup onu öldürecek ve geriye bıraktığı malını alacaksın, sonrada hükümdardan hil’at giyecek, toprak alacaksın.
Oğlum! Kimseye sıkıntı vermemeye ve herkese karşı güzel niyet beslemeye çalış. Ancak dinin, sıkıntı vermeni emrettiği kimseler bunun dışındadır. Onlara sıkıntı vermek, eziyet etmek ibadettir. Akıllı, seçkin ve sıddık olanların suruna üflendi ve onlar nefislerinin kıyametini kopardılar ve himmetlerini dünyadan çevirdiler ve tasdikleriyle sırat köprüsünden geçtiler. Kalpleriyle yürüdüler ve cennetin kapısında durdular. Yolda durup “Biz tek başımıza yeyip içmeyiz. Çünkü cömert, tek başına yemez” dediler ve gerisin geriye dünyaya dönüp insanları Allah’a itaat etmeye çağırdılar ve orada olacakları haber verdiler. Böylece onların işlerini kolaylaştırdılar. Kimin imanı güçlü, yakîni sağlam olursa Allah’ın haber verdiği bütün kıyamet sahnelerini kalbiyle görür. Cenneti, cehennemi ve oradakileri görür. Suru ve ona üflemekle görevli meleği görür. Dünyayı ve dünyanın yok oluşunu, dünya devletlerinin değiştiğini gördüğü gibi herşeyi görür. İnsanları yürüyen tabutlar olarak görür. Kabristandan geçerken oradaki nimetleri ve işkenceleri görür. Kıyameti, insanların dirilişini ve Allah’ın tasarrufuna boyun eğdiklerini görür. Allah’ın rahmetini ve azabını görür. Melekleri ayakta görür. Peygamberleri, ebdâlleri ve velileri sırasıyla görür. Cennetliklerin birbirini ziyaret ettiklerini, cehennemliklerin birbirine geçmiş olsun ziyaretinde bulunduklarını görür. Kimin bakışı sağlam ise baş gözüyle insanlara, kalp gözüyle de Allah’ın tasarrufuna bakar. Allah’ın insanları nasıl durdurduğunu ve hareket ettirdiğini görür. Bu, Allah’ın veli kullanna ait olan izzet bakışıdır. O veliler ki bir şahsa baktıklarında baş gözleriyle onun dışım, kalp gözleriyle içini, sır gözleriyle de Mevtasını görürler
Kim hizmet ederse hizmet görür. Kader geldiği zaman kendini karaya veya denize taşımasına, dağa veya tepeye götürmesine, acı veya tatlı yedirmesine rıza gösterir. Yücelik ve alçaklıkta, zenginlik ve fakirlikte, sağlık ve hastalıkta da rıza gösterir. Kaderle birlikte yürür. Kader onun yorulduğunu anlayınca sırtından iner ve onu kendi sırtına alır. Artık kadere binen odur. Kader ona hizmet eder, alçalır. Çünkü artık o, Allah’a yakın ve onun katında değerlidir. Bütün bunlar nefsine, hevasına, tabiat ve alışkanlıklarına, şeytanına ve kötü arkadaşlara uymadığı içindir.
Allahım! bütün durumlarımızda kaderine rıza göstermemizi nasip et. Rabbimiz! bize dünyada ve ahirette güzellik ver ve bizi cehennem azabından koru.