ON SEKİZİNCİ SOHBET
Abdülkâdir Geylânî (r.a.), 16 Zilkade 545 tarihinde Pazar günü sabahı Ribat’ta şöyle sohbet etti:
Aİlah sana iki cihaddan haber vermiştir. Bun1ar zâhir ve bâtın cihadlandır. Bâtın cihadı nefis, heva, tabiat ve şeytana karşı mücadele etmek, küçük ve büyük günahlara tevbe etmek, tevbede sebat etmek ve haram arzuları ter- ketmektir.
Zâhir cihadı ise Allah’a ve peygamberine karşı gelen inkârcılarla mücadele etmek, onların kılıç, mızrak ve oklarına göğüs germek ve bunun sonucunda öldürmek ya da öldürülmektir. Bâtın cihadı zâhir cihadından daha zordur. Çünkü bâtın cihadı kişiden hiç aynlmayan ve durmadan yenilenen bir cihaddır. Nefsin alışmış olduğu haramlarla il-
gisini kesmek, dinin emirlerine uymak ve yasaklarını terketmek demek olan bu cihad nasıl daha zor olmasın ki? Her iki cihadda da Allah’ın emrini yerine getiren kimse her iki cihanda da mükâfatını alacaktır. Şehidin cesedindeki yaralar sizden birinin elinden kan aldırdığı yer gibidir, acısı yoktur. Günahlanndan tevbe etmiş olan ve nefsiyle mücadele eden kimse hakkında ölüm susuz kimsenin soğuk su içmesi gibidir.
Ey cemaat! Biz sizden bir şey yapmanızı istiyorsak ondan daha iyisini size vereceğimiz için istiyoruz. Murad olan kimseye, her an kalbi tarafından emirler ve yasaklar gönderilir, diğer insanlar ve Allah’a, peygamberine düşmanlık eden münafıklar ise böyle değildir. Onlar Allah’ı bilmedikleri ve O’na karşı düşmanlık ettikleri için cehenneme gireceklerdir. Dünyada iken Allah’ın emirlerine uymuyorlardı, nefis, heva, tabiat, alışkanlık ve şeytanlarına uyuyorlardı, dünyalannı ahiretlerine tercih ediyorlardı, onlar nasıl cehenneme girmesinler ki? Bu Kur’an’ı işitmişlerdi de inanmamışlar, emirlerini yerine getirmemişler, yasaklarından kaçmamışlardı, nasıl cehenneme girmesinler?
Ey cemaat! Bu Kur’an’a inanın, onunla amel edin ve amellerinizde ihlaslı olun. Amellerinizde gösteriş ve münafıklık yapmayın, insanlann amellerinizi övmesini, sizi mükâfatlandırmasını beklemeyin. İnsanlardan çok azı bu Kur’an’a inanır ve onunla Allah nzası için amel eder. Bundan dolayı ihlaslılar az, münafıklar ise çok olmuştur.
Allah’a ibadet konusunda ne kadar tembel, Allah’ın ve sizin düşmanınız olan şeytana itaatte ne kadar da güçlüsünüz!
Allah dostları, bir an olsun Allah’ın yükümlü tuttuğu işlerden boş kalmamayı isterler. Çünkü bilirler ki Onun yükümlü tuttuğu işlere, kaza ve kaderine katlanıp sebat göstermekte dünya ve ahiretçe çok hayırlar vardır. Tasarruflarında ve çekip çevirmesinde Allah’a rıza gösterirler. Bazen sabreder, bazen şükrederler. Bazen yakından, bazen uzaktadırlar. Bazen yorgun, bazen rahatlık içindedirler, bazen zengin, bazen fakirdirler, bazen afiyette, bazen de hastadırlar. Onların tüm emeli kalplerini Allah’la birlikte tutmaktır. Bu onlann en çok önem verdiği şeydir. Kendi kurtuluşlarını ve diğer insanların kurtuluşlarını temenni ederler. Daima Allah’tan, insanların yararına olan şeyler isterler.
Oğlum! Sahih ol ki fasih olasın. Hükümde sahih ol ki bilgide fasih olasın. Yalnızken sahih ol ki insanlar içinde fasih olasın. Bütün esenlik ve selamet, Hakk’a itaattedir. O da Allah’ın emrettiklerini tutmak, yasaklarını terketmek ve bütün hükümlerine sabretmektir. Her kim Allah’ın emirlerine olumlu yanıt verirse Allah da onun dualarım kabul eder. Kim de Allah’a itaat ederse Allah bütün insanları ona itaat ettirir.
Ey cemaat! Benim sözlerimi kabul edin. Çünkü ben sizin iyiliğinizi istiyorum. Ben içinde bulunduğum her işte, kendimden ve sizden tarafım. Ben Allah’tan tarafım. Hepimiz hakkında Al-
lah’ın tasarruflarında bize mutluluk vermesini isterim. Beni töhmet altında bırakmayınız. Çünkü ben, kendim için ne istiyorsam sizin için de onu istiyorum. Hz. Peygamber (s.a.v.) “İman eden, kendi için istediğini müslüman kardeşi için de istemedikçe imanını olgunlaştırmış olmaz” buyurmuştur. Bu, Hz. Adem zamanından kıyamet gününe dek peygamberlerin ve sıddıkların önderi, şefaatçimiz, öncümüz, elçimiz, büyüğümüz ve komutanımızın sözüdür. O, kendisi için istediğinin bir benzerini de müslüman kardeşi için istemeyen kimsenin olgun imana sahip olmadığını ifade etmiştir. Kendin için en güzel yiyecekler, en kaliteli giysiler, en konforlu evler, en güzel yüzler ve çok mal isterken müslüman kardeşin için bunun tersini istiyorsan kâmil bir imana sahip olduğun iddiasında yalancısın demektir.
Ey az tedbirli! Fakir komşun var, fakir ailen var. Zekat borcu olan malın var. Gittikçe artan bir kazancın var. İhtiyaç duyduğundan fazla malın var. Senin onlara vermemen, içinde bulundukları fakirliğe razı olman demektir. Fakat nefsin, he- van, şeytanın senin arkanda olunca hiç şüphesiz iyilik yapman kolay olmayacaktır. Sende aşırı hırs, çok ileriye yönelik hedefler belirleme, dünya sevgisi, takvasızlık ve inanç azlığı var. Sen bilmeden kendini, malını ve insanları Allah’a eş tutuyorsun. Kimin dünyaya rağbeti aşın olur, ona karşı aşın istekli olur, ölümü, Allah’ın huzuruna çıkacağını unutur, haram ve helâli birbirinden ayırmazsa “Bu hayat bizim dünya hayatımızdan
ibarettir, ölür, diriliriz, bizi zamandan başka bir şey öldürmez” diyen inkârcılara benzemiş olur.
Sanki o müşriklerden birisin de İslamı bir zi- net olarak takınıyorsun, kelime-i şehadetle kan aldırıyorsun ve namazda ve oruçta müslüman- lara ibadet olarak değil de alışkanlık olarak uyuyorsun. İnsanlara kendini takva sahibi olarak sunuyorsun, kalbin ise günahkâr. Bunun sana hiçbir yararı olmaz.
Ey cemaat! Akşamleyin iftannızı haramla açacaksanız gündüzün açlık ve susuzluk çekmenizin size ne gibi bir faydası olabilir! Gündüz oruç tutuyor, gece günah işliyorsunuz.
Ey haram yiyiciler! Siz gündüz nefislerinizin su içmesine engel oluyor, sonra müslümanlann kanlarıyla iftar ediyorsunuz (yani gıybet ediyorsunuz). Kiminiz de gündüz oruç tutuyor, gece fâ- sıklık ediyor. Hz. Muhammed (s.a.v.) “Ümmetim Ramazan ayını yücelttiği sürece yardımsız kalmaz” buyuruyor. Ramazan ayının yüceltilmesi, takva ile ve dinin sınırlarını koruyarak Allah n- zası için oruç tutmakla olur.
Oğlum! Oruç tut, iftar ettiğinde iftarlığından bir kısmı ile fakirlere yardım et. Tek başına yeme. Tek başına yeyip başkalarına yedirmeyen kimsenin fakir düşmesinden korkulur.
Ey cemaat! Komşularınız açken siz tok geziyorsunuz. Sonra da kalkıp inandığınızı iddia ediyorsunuz. Sizin inancınız sağlam değildir. Yanınızda kendinize ve ailenize yetip artacak kadar
çok yiyecek varken dilenci kapınıza geliyor ve eli boş gönderiliyor. Yakında ne hale geleceğini göreceksin. Yakında sen de onun gibi olacaksın ve yedirmeye gücün yete yete dilenciyi gönderdiğin gibi sen de kapılardan gönderileceksin.
Yazık sana! Kalkıp da önündekilerden bir kısmını alsan ve ona versen iki güzelliği bir arada yapmış olurdun. Kalktığın için alçakgönüllülük etmiş ve malından vermiş olurdun. Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) dilenciye kendi eliyle verirdi, devesini de kendisi yemlerdi, koyununu kendisi sağar, söküğünü kendi dikerdi. Sözlerinde ve fiillerinde ona karşı gelip dururken, hiçbir delil olmaksızın kuru kuruya bir iddia içinde iken nasıl oluyor da O’na uyduğunuzu iddia ediyorsunuz. “Ya katıksız Yahudi ol, ya da Tevrat’a elini sürme” diye bir deyim vardır. Ben de sana öyle diyorum. Ya İslam’ın şartlarını yerine getirirsin, ya da “Ben Müslümanım” demezsin. İslam’ın şartlarını yerine getirmeye bakın, İslamın hakikatini anlamaya çalışın. İslam Allah’ın huzurunda gönülden teslim olmak demektir. Sen bugün insanlara yardım et ki Allah yarın rahmetiyle sana yardım etsin. Sen yeryüzündekilere acı ki gökyü- zündeki de sana acısın.
(Abdülkâdir Geylânî (r.a.) bir süre sohbet ettikten sonra şöyle devam etti:)
Sen nefsinin safında durdukça bu makama eremezsin. Nefsinin arzularını yerine getirdiğin
sürece onun esiri olarak kalırsın. Nefsine hakkını eksiksiz ver, fakat arzularını verme. Hakkını vererek nefsini hayatta bırakmış olursun, arzularını vererek ise öldürmüş olursun. Nefsin hakkı, gerektiği kadar yiyecek, giyecek, içecek ve oturacağı bir evdir. Arzuları ise lezzet ve haz aldığı şeylerdir. Nefsinin hakkını din eliyle al. Arzulan- nı da kadere ve Allah’ın ezelî ilmindeki yazgıya bırak. Nefsine haram değil, mübah yiyeceklerden yedir. Dinin kapısında otur ve nefsini dine hizmet etmekle görevlendir. Böyle yaparsan kendini kurtulmuş bil. Allah’ın “Peygamber size ne verdiyse onu alın, size yasakladıklarını da terkedin ’n buyruğunu hiç duymadın mı?
Aza kanaat et, nefsini de buna alıştır. Allah’ın ezelî ilmi ve yazgı eliyle sana çok mal gelecekse zaten o malı bulursun. Aza kanaat etmekle nefsini öldürmüş olmazsın, kısmetinde olanı da kaçırmış olmazsın.
Hasen-i Basrî “Keçiye yeten mümine de yeter. Bir avuç ot ve bir içim su” demiştir. Mümin ilerisi için azık biriktirir, münafık ise sadece yaşarken faydalanır. Çünkü mümin yoldadır ve varacağı yere henüz ulaşmamıştır. Varacağı yerde ihtiyaç duyacağı herşeyin olduğunu bilir. Münafığın ise ne varacağı bir yer, ne de ulaşmak istediği bir amacı vardır. Günlerinizi ve aylarınızı ne kadar az değerlendiriyorsunuz! Ömrünüzü yok yere tüketiyorsunuz. Sizin, dünyanızla ilgili işle-
rinizi eksiksiz yaptığınızı, dininizde ise ihmalkâr davrandığınızı görüyorum. Bunu tersine çevirin ki doğruyu bulasınız. Dünya kimseye kalmamıştır, size de kalmayacak.
Ey cemaat! Hayatınızı sürdüreceğinize dair Allah’tan bir belgeniz mi var? Ne kadar düşüncesiz davranıyorsunuz! Kim ahiretini yıkarak başkasının dünyasını imar ederse kendi dinini dağıtarak başkasının dünyasını toplamış olur ve başkasını razı etmek için Allah’ın kızgınlığını üzerine çekmiş olur. Öleceğinizi, pek yakında Allah’ın huzuruna varacağınızı ve bütün yaptıklannızdan hesaba çekileceğinizi bilseniz şu an yapmakta olduğunuz işlerin bir çoğunu terkederdiniz.
Lokman Hakîm oğluna şöyle nasihat etmiştir: “Yavrucuğum! Hastalanıp nasıl hastalandığını bilmediğin gibi öleceksin ve nasıl öldüğünü bilemeyeceksin”. Sizi uyanyorum, günah işlememenizi söylüyorum. Ama siz sakınmıyor ve günah işlemeye devam ediyorsunuz.
A hayırsızlar! A dünya ile oyalananlar! Yakında dünya size baskın yapacak ve sizi boğacak. Dünyada topladıklarınız ve tadına vardığınız hiçbir şey size fayda vermeyecek. Aksine bütün bunlar üzerinizde büyük bir yük olacak.
Oğlum! Dayanıklı ol ve kötülüğü kesip at. Kelimelerin kardeşleri vardır. Onlardan biri sana bir kelime söylediğinde, sen de ona bir cevap verdiğinde o kelimenin kardeşleri gelir de aranıza kötülük giriverir. İnsanlardan çok azı insanları Allah’ın kapısına çağırmağa yetkilidir. İnsanlar da
onlardan kabul etmeyecek olursa onlar, insanlar aleyhinde bir delil olur. Onlar inananlar için bir nimet, Allah’ın dininin düşmanlan olan münafıklar içinse bir cezadır.
Allahım! Bize tevhid kokusu sür, insanlardan ve senin dışındaki herşeyden vazgeçmemizi sağla.
Ey Allah’a şirk koşarken tevhid ehli olduğunu iddia edenler! Kimsenin elinde hiçbir yetki yoktur. Herkes âcizdir. Hükümdarlar, köle sahipleri, sultanlar, zenginler ve fakirler hepsi Allah’ın kaderinin esirleridir. Kalpleri O’nun elindedir. O, onlann kalplerini istediği gibi çekip çevirir. Onun gibi hiçbir şey yoktur, o işitendir, görendir.
Nefislerinizi semirtmeyin. Semirtirseniz sizi yer bitirir. Böyle yapan kimse, saldırgan bir köpek tutup büyüten ve besleyen, sonra da onunla yalnız kalan kimseye benzer. Hiç şüphesiz köpek onu yiyecektir. Nefislerinizin ipini salmayın ve bıçaklarını bilemeyin. Çünkü nefis, sizi ölüm vadilerine atar ve sizi aldatır. Onun isteklerini kesin. Arzularının peşine bırakmayın.
Allahım! Nefislerimize karşı bize yardım eyle. Rabbimiz dünyada ve ahirette bize güzellik ver ve bizi cehennem azabından koru.