Birbirinizi Cezalandırmayın
Evlilik okulunun ilk derslerinde affetmenin önemi üzerine yazmıştım. Sevgiyi koruyan şey bağışlamaktır. Hataları bağışlamadığımızda öncelikle kendimize zarar veririz, sonrasında sevdiklerimize zarar veririz.
Affetmediğimizde kasıtlı veya farkında olmayarak öç almaya çalışırız. Çeşit çeşit cezalandırma metotları buluruz. Cezalandırdıkça da evlilik daha kötü bir hâle gelir. Çoğu zaman yaptığımızı ceza olarak da adlandırmayız. O bana bunu yaparsa ben de ona böyle yaparım, şeklinde bir savunmamız vardır.
Kırıldıkça ufak ufak cezalar veririz onlara. Kadın beyni detaycı olduğu için plan yapmakta zorlanmaz. Kadın ince ince öç alır kocasından. Erkeğin en önemsediği konularda onu sinir edecek şeyler yapar. Cezalandırdığımızı fark ettirmeden cezalandırırız. Bu ufak ufak cezalar zamanla artmaya, sevgimizi zedelemeye başlar. Gizli gizli, sinsi sinsi… Meselâ gece eve geç gelen kocaya sabah kalkıp kahvaltı hazırlanmaz veya erkek bir konuda kızdığı karısına günlerce surat asar, konuşmaz. Erkek elektrik faturasına söylenir, kadın ona sinir olur, doğalgazı çok kullanır. Bir zıtlaşma inatlaşma karşılıklı bir cezalandırma sevgiyi tüketene kadar böyle gider. Nişanlı kız aradığında telefona bakmayan nişanlısının telefonuna uzun süre cevap vermez ki bir daha anında baksın telefonuna diye. O öyle yaparsa ben de böyle yaparım şeklinde devam eder.
Sonra bağ olarak en yakınımızdakiler ruhen en uzağımızda olurlar. Sarılmak istesek sarılamayız, samimî olmak istesek olamayız. Cezaları yedikçe kırılır içimizde bir şeyler.
Sanki karşımızdaki, sevdiğimiz değil de düşmanımız. Belki düşmanımız bizden o tavırları görmemiştir.
Biz mükemmel olmadığımız gibi sevdiğimiz de mükemmel değildir. Hatası olduğunda hataya odaklanıp onu cezalandırmak yerine onun iyi huylarını hatırlayıp onların hatırına yanlışlarını görmezden gelsek… Görüyorsak bile ceza kesmesek… Yüzde yüz iyi yoktur; yüzde yetmişte iyiyi bulduysak, yüzde yetmişin hatırına yüzde otuz hatayı görmemek gerek.
Meselâ; karı-koca tatile çıkıyorlar, erkek bir hafta boyunca karısı ne istese yapıyor, nereye istese götürüyor. Fakat son gün bir şeye patlıyor, fena hâlde bağırıyor. Karısı da kızıp surat asıyor ve diyor ki: “Altı gün çok iyiydi, son gün niye böyle yapıyor, bir gün daha idare edemez miydi1″ Peki, o altı iyi günün hatırına son gün öfkelenen kocayı karısı idare edemez mi? Alttan alıp tavır yapmadan kocasını yumuşatamaz mıydı?
Neden iyiliği hep karşımızdan bekliyoruz. Ben kayınvalidemi sevmiyorum, eşim benim hatırım için onunla az görüşsün, mümkünse görüşmesin. Niye sen eşinin hatırı için onun annesiyle görüşmeyi düşünmüyorsun? Neden fedakârlığı hep eşten bekliyoruz. Niye hep eş sevgi sınavına tâbi tutuluyor.
Erkeklerin cezalandırması genellikle ya öfkelenip bağırıp devirip dökmek veya sevgi ve ilgiyi kesmektir. Sevgiyi kesmek daha kötüdür. Erkek kızdığı zaman karısının yüzüne bakmaz, o yokmuş gibi davranır. Böyle böyle karı-koca birbirlerinden iyice uzaklaşır. Eşi cezalandırmak sevgiyi öldüreceği için aslında kendimizi cezalandırmaktır.