AY NEDEN ŞEKİL DEĞİŞTİRİR?
Şu anda dikkatimizi evrenin diğer parçalarına çevirmemizin tam zamanıdır. Eski Yunanlılar çok haklı olarak tüm gökcisimleri içinde yeryüzüne en yakındakinin Ay olduğunu ve bu yüzden önce onu dikkatle incelemenin gerektiğini düşünmüşlerdi.
Ay gökyüzünde sürekli bulunan ve geceden geceye görüntüsünü değiştiren tek gökcismidir. Güneş her zaman kör edici parlak bir ışık dairesi şeklindedir. Diğer gezegenler ve yıldızlar ise, her zaman birer ışık noktası halindedir. Bazı kuyrukluyıldızlar tuhaf şekillidir ve zaman zaman biçim değiştirirler. Ancak, onlar gece göğünde sürekli değildirler. (Bu kitapta ileriki bölümlerde kuyrukluyıldızlardan söz edeceğiz.)
Oysa ki Ay sürekli, gelişen ve kendini yineleyen bir değişikliği geçirir. Bazı özel gecelerde güneş battıktan hemen sonra batı ufkunda pek ince bir hilal şeklinde görünür. Geceden geceye doğuya kayarak (yer değiştirerek) hilal dolgunlaşır. Bir hafta sonra, ışıktan oluşan bir yarım daire haline gelir ve büyümesini bir hafta daha sürdürerek tam ışık dairesine döner. Sonra küçülmeye başlar. Bir hafta sonra yeniden yarım daire olur. (Ancak, şimdi aydınlık olan taraf, Ay’ın öteki yarım dairesidir.) Ve sonunda, bir hafta daha geçince Ay şafak zamanı doğu ufkunda pek ince bir hilal şekline girer. Ondan sonra, birkaç gece görülmez. Daha sonra yukarda anlattığımız tüm çevrimi yinelemeye başlar.
Bu durumda doğal düşünce Ay’ın canlı bir varlık olabileceği yolunda gelişmeliydi. Çünkü Ay doğuyor, büyüyor, en büyük haline erişiyor, sonra solup ölüyordu. Ve bütün bu evrelerini bir ay içinde geçirmekteydi. Günümüzde bile, batı ufkunda doğan ince hilale yeniay ve bir ay sonra doğu ufkunda kaybolan ince hilale eskiay diyoruz; bunun tam ortasındaki durumunu da dolunay olarak adlandırıyoruz. Daha önce açıkladığım gibi, Ay’ın bu evreleri yaşaması bir Ay ayı’nı oluşturur ve ilk takvimler bu temel üzerine oturtulurdu. Ancak; neden Ay’ın bu evreleri yaşanır? Her ay doğan yepyeni bir Ay mıdır? Eski Yunanlı filozof Thales böyle düşünmemişti. Olasılıkla ondan önce yaşamış Babilli gökbilimciler de öyle düşünmemişlerdi.
Böyle kuşkucu düşünmenin nedeni, aylar geçtikçe güneşe göre Ay’ın yerinin göz önüne alınmasından doğdu. Öncelikle, yeryüzündeki olayların yönetiminin göklerdeki olayların yönetiminden farklı olduğu düşünüldü: Dünyada her şey yukardan aşağı düşer. Oysa, gök cisimleri düşmez; daireler çizerek dolanırlar. Yeryüzündeki her şey değişir, yaşlanır, bozulur ve sonunda ölür. Gökteki her şeyin değişmez ve kalıcı olduğu görülür. Dünyayı oluşturan maddeler koyu renklidir. Gökyüzünde her şey kesintisiz olarak parıldamaktadır. Eğer güneş, gezegenler ve yıldızlarda olduğu gibi, Ay’ı oluşturan maddeler kesintisiz olarak parıldıyorsa şu halde onun da değişmeyen bir ışık dairesi olarak kalması gerekirdi. Ay değişmeyen bir ışık dairesi olmadığına göre; ya bir ay içinde gelişip sonra solarak ölüyor ya da kesintisiz olarak parıldamıyordu. Eğer Ay, dünya gibi gerçekte karanlık olup da güneşten yansıyan ışıkla aydınlanıyorsa; o zaman güneşin ve Ay’ın durumlarına göre Ay’ın farklı yerleri ışığı yansıtmalıydı.
Sözgelişi, Ay eğer tam yeryüzü ile güneşin arasındaysa, bu durumda güneş Ay’ın bizden uzak yönünü aydınlatacak ve biz Ay’dan hiçbir şeyi göremeyecektik. Oysa ki Ay, güneşin batıdan
doğuya gidişinden on iki katı hızla devirir. Bu nedenle ertesi gece güneşin biraz daha doğusunda yer alır ve biz onun batı kenarında ince bir dilim şeklinde minik bir parçasını görürüz. Ay doğuya doğru yer değiştirdikçe onun giderek daha geniş bir parçasını aydınlık olarak gözlemleriz. Böylece hilal dolgunlaşmış olur.
Ay gökteki yolunun bir çeyreğinde iken, güneşle kıyaslandığında, batı yönü aydınlıktır ve biz ışıklı bir yarım daire ya da yanmay’ı görürüz. Bu durum Ay’ın gelişip de güneşe göre öteki yanı görülene değin sürer. Sonra güneş sözgelişi yeryüzünün omuzunda parıldar ve Ay’ın bize bakan tüm yüzünü aydınlatır. Biz de onu dolunay olarak görmüş oluruz.
Daha sonra bir kez daha Ay güneşe yetişmeye başlar. Ve gördüğümüz ışıklı kesimi küçülür. Bir hafta soma yalnızca doğu yanı ışıklıdır ve hilal oluşturmak üzere küçülür. Sonra Ay, güneşi geçer ve çevrim yeniden başlar. Bütün bu durumları dikkatle göz önüne alan kişi, Ay’ın da tıpkı yeryüzü gibi karanlık bir gökcismi olduğu ve yalnızca güneş ışıklarının yansımasıyla parıldadığı sonucuna varacaktır.