BÜYÜK PATLAMA NASIL ORTAYA ÇIKTI?
Pek yakın geçmişe kadar çoğu Batılı kişi, yeryüzünün altı bin yıl kadar önce doğaüstü bir yaradılışla şekillendiğini düşünürdü. (Şimdi de pek çok insan buna içtenlikle inanmaktadır. Bununla birlikle, eşit ölçüde dünyanın şeklinin düz olduğuna da inanırlar.) Oysa ki, günümüzde bilim adamları genellikle güneş sisteminin bir toz ve gaz bulutundan 4,6 milyar yıl önce doğal bir olay sonucu meydana geldiğini ve bu bulutun da belki 15 milyar yıl önce oluşan evrenin başlangıcından hemen sonra ortaya çıktığını kabul ederler.
Ancak biz geriye, büyük patlamaya kadar döner ve evreni oluşturan tüm maddelerle enerjinin yoğunlaştığı o inamlmaz derecede sıcak ve yoğun maddenin evreni oluşturmak üzere patladığı am düşünürsek, başlangıçtaki o minik top nereden gelmişti?
Nasıl var olmuştu? O aşamadaki doğaüstü bir yaradılışı düşünmeli miydik?
Ama, bu gerekmez. 1920’li yıllarda üzerinde çalışılan bir bilim dalı kııanlum mekaniği adıyla adlandırılmakta olup, bu bilim dalı kitabımızda işlenemeyecek kadar karmaşıktır. Bu dalda çok başarılı kuramlar ileri sürülmüş, başka hiçbir şeyle yeterince açıklanamayacak bazı konular açıklanmış ve kimi olayların aynen bu kurama göre gerçekleştiği öngörülmüştür.
1980 yılında Amerikalı fizikçi Alan Guth büyük patlamamn kökenim bulma sorununu kuantum mekaniği ile çözümlemeye çalıştı: Buna göre, evrenin büyük patlamanın gerçekleşmesinden önce çok geniş ve sınırsız bir yokluk denizinde yer aldığını gözümüzde canlandırabiliriz. Ama, belli ki, bu duyarlı bir tanımlama değildir. Bu yokluk enerjiyi içerir ve tümüyle bir vakum (boşluk) değildir. Çünkü, tammlama olarak vakum hiçbir şeyi içermemelidir, Oysa, evren öncesinde enerji vardı. Ve bütün diğer özellikleri vakuma benzeseler bile, bu yalancı bir vakunı’du.
Bu yalancı vakumda rasgele değişikliklerin kör gücüyle kendi kendisinde yoğunlaşan enerjinin nerede bulunduğuna ilişkin minik bir varoluş noktası görünebilir. Aslında, sınırsız yalancı vakumun bir okyanus dalgası gibi şurada burada köpürüp kabarcıklar oluşturduğunu hayal edebiliriz. Bu var oluşun bazı kesimleri hemen yok olup yalancı vakumun içine doğru çökebilirler. Öte yandan kimi kesimleri de yeterince büyük olabilir ki, bunlar hızlı bir genleşme ile evren haline gelebilir. İşte bizler, böyle başarılı bir köpükte yaşıyoruz.
Oysa ki, böyle bir modelin de birtakım sorunları vardır. Ve
bilim adamları onları saptayıp çözümlemeye çalışıyorlar. Bunu başarabildiklerinde evrenin nereden geldiğine ilişkin daha iyi
bir fikre sahip olabilecek miyiz?
Elbette ki, eğer Guth’un kuramının bir bölümü bile doğruysa, geriye doğru bir adım atabilir ve yalancı vakumun enerjisinin başta nereden gelmiş olduğunu sorabiliriz. Doğasütü bir yaradılışla meydana gelmiş olduğunu söyleyemeyiz; bu bize yardımcı olamaz. Çünkü, bununla geriye doğru bir adım atıp doğaüstü varoluşun nereden geldiğini soramayız. Böyle bir soruya yanıt genellikle şoke olmuş bir tavırla, “O hiçbir yerden gelmedi. Hep vardı” şeklinde olabilir. Böyle bir durumu hayal etmek zordur ve bu durumda biz de aynı şekilde yalancı vakumun enerjisinin hep orada var olduğunu söyleyebiliriz.
110.
EVRENİN GENİŞLEMESİ SONSUZA KADAR SÜRECEK MİDİR?
Evrenin hareketini yavaşlatan ve genişlemesini durduran bir şey var mıdır?
Bu yolda bildiğimiz tek güç, evrenin karşılıklı parçalarının
birbirine yaklaştırıcı olan, çekim güçleridir. Evren kendi çekim gücüne karşıt olarak genişlemektedir. Böylece genişleme işlemi, bu çekimi alt etmek üzere enerji harcamalıdır. Böyle olurken genişleme ağırlaşır ve sonunda durabilir. Bu durumda evren kısa bir duralamadan soma kuşkusuz büyük patlamamn tersi olan büyük çatırtı ile sona erene ve tekrar bir araya gelene kadar çökmeye başlayacaktır. Eğer evrenimiz sonsuza değin genişleyecekse ona açık evren ve eğer sonunda genişlemesi durup büzülmeye başlayacaksa ona kapalı evren adı verilmelidir.
Benzeri problemle bir cismi dünyanın yüzeyinden, yerçekimi gücüne karşı olmak üzere, havaya doğru fırlatırsak, yüz yüze geliriz. Bu konuda ortak deneyimimiz böyle bir cismin havaya doğru fırlatıldığında onun sonunda dünyanın yerçekimine yenilmesidir. Bu cismin yükselme hızı sıfıra iner ve cisim yeryüzüne doğru düşmeye başlar. İşte bu nedenle başlangıçta ne kadar yüksek hızla havaya doğru fırlatılırsa, cisim daha yükseklere tırmanacak ve yere düşüşü daha geç olarak gerçekleşecektir.
Oysa ki, dünyanın yerçekimi gücü uzaklıkla azalır. Eğer bir cisim havaya yeterli hızla fırlatılırsa o denli yükseklere çıkar ki, yeryüzünün bu çıkışı zayıflatıcı çekişi cismin hareketini bütünüyle ağırlaştırmaya yeterli olamaz. Bu durumda hareket yeryüzünün çekim gücünü aşacak ve cisim kesinlikle geriye dönmeyecektir. Böyle yukarı doğru, yerçekimi gücünü yenecek bir hareket saniyede 11 kilometre hızla başlamalıdır. Bu kaçış hızı, Ay’a ve daha ötesine gönderilen roketlerin yapacağı hız olur.
Bu noktada şunu sorabiliriz: Evrenin dışa doğru genişlemesi, içe doğru çekim gücünü yenip kaçış hızına erişmiş midir? Bu konuda bir karara varmak üzere bilim adamları genişleme oranını tahmin etmelidir. Aym zamanda, evrendeki maddelerin ortalama yoğunluklarım tahmin etmeleri gerekir. Çünkü, bu da bize evrenin merkezine doğru olan çekim gücünü verecektir. Her iki tahmin, yani genişleme hızını ve evrenin ortalama yoğunluğunu
bilmek zordur. Bu yüzden elde edilecek sonuçlar yaklaşık değerler olarak kalacaktır.
Oysa ki, sonuç olarak evrendeki maddelerin gerçek yoğunluğu,’ genleşmeyi durduracak değerin yüzde biri ya da yüzde bir küsuru dolayındadır. Bu nedenle evrenimiz, açık evrendir ve genişlemesi sonsuza değin sürecektir. Durum böyledir; çünkü, yalnızca görebildiğimiz maddeleri hesaba katabiliriz. Ama hiçbir şekilde göremediğimiz ya da varlığını algılayamadığımız başka maddeler varsa o zaman evrenimiz kapalı evren olabilir.