DEPREM VE YANARDAĞLARIN NEDENLERİ?
Depremler ve yanardağ patlamaları eski çağlardan beri yaşanır. Onların yıkımlara neden olan kapasiteleri her zaman var olmuş ve insanları fena halde korkutmuştur. Tarihte bilinen en güçlü yanardağ patlaması, Ege denizinde ve Girit adasının kuzeyinde İÖ 1500 yılı dolayında Thira adasında yaşanmıştır. Daha önce adada oturan insanların orada bir yanardağın bulunduğunu hiç bilmedikleri dönemde yeryüzünün derinliklerinde yeterince basınç oluşunca sonunda bu yanardağın tepesini havalara fırlatmıştır. Bu patlama belki de Atlantis efsanesini doğuracak olayı yaratmakla yani Thira adasını yıkıma uğratmakla kalmamış aynı zamanda savurduğu külleriyle ve gelgit dalgalarıyla Girit’te gelişmekte olan uygarlığın çökmesine neden olmuştur. Ayrıca bu yanardağın patlaması tüm doğu Akdeniz bölgesine karmaşa getirmiş ve hatta Mısır İmparatorluğu’ndaki sürekli gerilemelerin de etkeni olmuştur.
İtalya’da Napoli kenti yakınındaki bir yanardağ uzun süre sessiz kalıp ne denli tehlikeli olduğunu unutturduktan sonra 79 yılında patlayarak Pompeii ve Herculaneum kentlerini yer altına gömmüştür. Romalı büyük yazar Pliny (23-79) olaya yakından tanık olup anlatabilmek üzere yanardağa çok yaklaşınca orada ölmekten kurtulamamıştır. Vezüv yanardağı o patlamasında 4.000 kişinin ölümüne neden olurken Avrupa’nın en yüksek ve sürekli etkin Etna yanardağı 1669’ daki patlamasında 20.000 kişinin canını almıştır. Bir başka yanardağ patlaması 1783 yılında İzlanda’da yaşanmıştır. 1815 yılında İndonezya’da Tambora yanardağı Sumbawa adasında patlarken aynı ülkede bir başka yanardağ olarak Krakatoa da 1883’te korkunç şekilde patlamıştır. Bu üç olayda can kaybı büyük boyutlarda gerçekleşmiştir. 1902 yılında Batı Hint adalarından Martinique’deki Plee yanardağı patlayınca ortaya çıkan kızıl renkli, kızgın sıcaklıktaki zehirli gazlar adanın daha önceki başkenti Saint Pierre’in üzerine saçılmıştır. Üç dakika içinde kentte yaşayan 38.000 kişi ölürken ölümden kurtulan tek kişi, bir mahzende infazını bekleyen idam mahkumu olmuştur.
Depremler daha da ölümcüldürler. 24 Ocak 1556 tarihinde Çin’in Shensi eyaletinde bir deprem yaşanmış ve birkaç dakika içinde yaklaşık 800.000 kişi yaşamım yitirmiştir. 1703 yılında Tokyo’daki deprem 200.000 ve 1737 yılında Kalküta’daki bir başka deprem 300.000 kişinin ölümüne neden olmuştur. Son çağlarda Avrupa’da yaşanan deprem (ve ardından gelen gelgit dalgalarıyla yangın) 1 kasım 1755’te Lizbon kentinde 60.000 kişinin ölümüne etken olmuştur. 1812 yılında ABD’de Missisippi nehri boyunca şimdiki New Madrid kentinin bulunduğu yerde şiddetli bir deprem olmuş ama o sıralarda bölgede insan yaşamadığı için depremde kimse ölmemiştir. (Türkiye’mizde de her yıl pek çok deprem yaşanır. Ancak bizler, 1938 ve 1991 Erzincan depremlerini nasıl unutabiliriz? Çeviren)
Depremler ve yanardağ patlamalarının nedenleri nelerdir? İnsanlardan öç alan tanrılar, ateşten ruhlar vb. gibi ilk kuramları bir yana bırakalım. Aristo yer altında bazı noktalarda havanın sıkıştığını ve buralardan arada bir kaçan havanın depremlere neden olduğunu ileri sürmüştür. Ancak, insanlar deprem ya da yanardağ patlamaları üzerinde kafa yormaya başlayınca bunların büyük çoğunluğunun bazı belli bölgelerde yer aldığına dikkat ettiler. Yerytizündeki beş yüz etkin yanardağdan aşağı yukarı üç yüzü Büyük Okyanus sınırlarındaki büyük fay kıvrımının üzerinde, sekiz tanesi Indonezya adaları zincirinde ve birkaç tanesi de Akdeniz’deki belli bir hat üzerinde yer alıyordu. Depremler de çoğu kez aynı bölgelerde oluyor; bu da depremlerle yanardağların her nasılsa birbirine bağlı olaylar olduğunu ve aynı nedenlerin her iki doğal olaydan sorumlu olabileceğini akla getiriyordu.
Yukarda sözünü ettiğimiz Lizbon depremi bu sorun üzerinde bilimsel araştırmaları başlattı ve daha önce belirttiğimiz sismografların belirli yerlere kurulmasına yol açtı. Daha sonra 1906 yılında bir deprem San Francisco kentini yıkıma uğrattı. Ve Amerikalı yerbilimci Harry Fielding Reid (1859-1944) bölgede araştırmalar yapmaya başladı. Kent yakınındaki toprakların kaymış olduğuna dikkat etti. Topraktaki çatlağın bir yanı öbür yana göre daha çok hareket etmiş gibi görünüyordu. Çoğu kişi çatlağın deprem tarafından oluşturulduğunu varsayarken Reid farklı düşünüyordu: Ona göre çatlak ya da fay her zaman orada var olmuştu. (Şimdi ona, San Andreas fayı adı veriyoruz.) Zamanla fayın her iki yanını birbirine karşı hareket ettirmek üzere bir basınç oluşmuştu. Normalde fayın iki yanı sürtünme ile yerlerinde dururken basınç artınca bir yan ilerleyip ötekinin üzerinde bir dizi darbeli hareketle sürtünerek kenti yerle bir edecek ve binlerce kişinin ölümüne neden olacak titreşimleri oluşturmuştu. Reid doğru iz üzerinde olmasına karşın, tektonik tabakaların varlığı keşfedilene kadar depremlerin nedeni tam olarak açıklanamadı. Daha sonra anlaşıldı ki, yeryüzünün derinliklerindeki kuvvetlerin sonucu olarak tabakalar pek ağır hareket ediyor, ancak tabakalarm sınırındaki kuvvetler bazen Reid’in San Francisco depremiyle dikkat ettiği şekilde yana doğru hareketlere neden oluyorlardı. Bu durumda San Andreas fayı, Kuzey Amerika tabakası ile Büyük Okyanus tabakasının sınır kesimlerinde yer alıyordu.
Dahası, yeryüzünün fay hatları boyunca zayıf noktalar yer almakta ve buralardan sıcak kayalar yukarı doğru dürtülüp yanardağ patlamalarını oluşturmakta; iki tabaka birbirine çarpınca uçları bükülüp dağ sıralarını meydana getirmekteydi. Şu anda yeryüzü kabuğunun en kabarık yeri olan Himalaya dağları Hindistan’ı taşıyan tabakanın, Asya kıtasının geri kalan kesimini taşıyan tabakaya doğru ağır ağır ilerleyip onu yarıp geçmesiyle ortaya çıkmıştı. Kimi zaman bir tabaka diğerinin altına kayar, denizi aşağı doğru emer ve okyanus çukurları meydana gelir. Bazı yerlerde böyle çukurların derinliği on bir kilometreyi bile bulur.
Tektonik tabakalar keşfedilene değin, dünyanın kabuğunu ilgilendiren olayları bütünüyle anlamanın olanaksızlığı kanıtlanmıştı. Oysa, tektonik tabakalar her zaman iyi sonuçlar verecek kuramların sağlanmasını inanılmaz ölçüde kolaylaştırdılar.