MARSTA YAŞAM YAR MIDIR?
Mars (Türkçe’mizde bu gezegene yaygın olarak Merih de denilmektedir Çeviren), her zaman çoğu kişinin üzerinde yaşam şekillerini bulmayı umut ettikleri gezegendir. Mars’ın güneşlen uzaklığı yeryüzünün güneşten uzaklığının % 50 fazlasıdır. Bu yüzden belki de daha serin bir yerdir. Ama, olasılıkla Mars gezegeni çok serin de değildi.
Bu gezegenin bir atmosferi vardır. Ancak üzerinde Venüs’ünkü gibi sürekli bulutlar görülmez. Hatta yeryüzü kadar çok bulutlu da değildir. Bu nedenle Mars’ın yüzeyini görebiliriz. 1659 yılında Huygens Mars’ın yüzeyindeki işaretleri izledi ve gezegenin dünyadan belirgin şekilde küçük olmasına karşın, ekseni çevresinde 24 1/2 saatte bir dönüş yaptığını gösterdi. Bu da yeryüzünün ekseni çevresinde dönüş süresine oldukça yakındır.
1874 yılında Herschel, Mars’ın ekseninin güneşe doğru aşağı yukarı yeryüzününki kadar eğimli olduğunu gösterdi. Bu nedenle Mars’ın mevsimleri olasılıkla bizim mevsimlerimize benzemektedir. Burada tek istisna, bizimkilere karşılık gelen bu mevsimlerin daha soğuk geçmesi ve aşağı yukarı iki katı uzun olmalarıdır. Çünkü, Mars güneşe bizden daha uzaktır ve güneş çevresindeki yörüngesi üzerinde dolanışım 687 dünya gününde tamamlar. Herschel ayrıca Mars’ın kuzey ve güney kutupları üzerinde buz örtülerinin bulunduğunu da saptadı. Bunlar da Mars’ta suyun varlığını gösterir izlerdi.
Başlangıçta gökbilimciler Mars’ın üzerindeki izlerle gezegenin bir haritasını yapmaya çalıştılar ama başarılı olamadılar. Çünkü sonuçta hiçbir gökbilimci ötekiyle benzeri haritayı elde edemiyordu. Oysa ki, Mars bazen yeryüzüne pek yaklaşır. Aşağı yukarı her otuz yılda bir kez böyle olur ve iki gezegen arasındaki uzaklık 56 milyon kilometreye iner. Gezegenlerden yalnızca
Venüs bize bundan daha çok yaklaşır ve 42 milyon kilometre kadar yakınımıza gelir. Mars’ın bu yaklaşımlarında gezegen yeryüzünden daha açık seçik görünür ve yapılan harita her seferinde yeni aygıtların yardımıyla geliştirilir.
1877 yılında bövle bir yaklaşma olayı yaşandığında İtalyan gökbilimcisi Giovanni Viıginio Schiaparelli (1835-1910) o ana dek oluşturulan haritaların en iyisini çizdi. Schiaparelli, Mars üzerinde uzun ve koyu renkli izlere dikkat etmişti. Kendinden önceki gökbilimciler de bu izleri görmüşlerdi. Ancak Schiapaelli o güne dek izleri en iyi gören kişi oldu. Böyle koyu renkli içler ancak akarsular olacağı için gökbilimci nehir yatağı demesi gerekirken onlara ”kanul” adını taktı. İngiliz ve Amerikalı gökbilimciler de bunları dillerine kanal olarak çevirince ortaya bir yorumlama hatası çıktı. Kanal insan eliyle yapılmış olan su yoludur. Gökbilimciler Mars’taki kanallar diye konuşmaya başlayınca, sokaktaki insan onları aydın Meıihlilerin yaptığını düşünür oldu.
Olay pek mantıklıymış gibi görünüyordu. Mars’ın güçsüz yerçekimi (Ki ancak yeryüzününkinin beşte ikisi kadardır), su buharını tutamayacak; sonuçta su buharları akıp uzaya gidecek ve gezegen çölleşecekti. Yaşayabilmek ve tarımı sürdürebilmek üzere Merih uygarlığının üyelerinin buzlu tepelerden kanallarla suyu Mars’ın ekvator bölgesine taşıdıkları tartışıldı. Bu durum kamuyu ve gökbilimcileri çok üzen dramatik bir tabloyu oluşturuyordu.
Merihlilerin açtıkları kanalları ve gezegende yaşamın sürdüğünü en çok hevesle savunan kişi Amerikalı gökbilimci Pcrvical LowelPdir (1855-1916). Çok zengin olduğu için Arizona eyaletinde özel bir rasathane (gözlemevi) kuran Lowell deniz yüzeyinden bin beş yüz metre yükseklikteki bir yeri seçmişti. Bölgenin kuru çöl havasında ve kent ışıklarından uzak olan gözlemevinin görüş koşulları çok iyiydi. Lowell buradan Mars’ın binlerce ıesmini çekli ve sonunda gezegendeki beş yüzü aşkın kanalın ayrıntılı haritasını yaplı. 1894 yılında Mars adında bir kilap yayınladı. Bu yapılında gezegende ileri düzeyde bir yaşam bulunduğu savsatasını destekledi.
Herberl Cîeorge VVells (1866-1946) adlı İngiliz yazarı da, Lowell’in yapıtını kullanarak 1898 yılında Dünyalar Savası adlı romanını yazdı. Bu romanda, Merihlilerin yeryüzünün pek bol olan su kaynaklarından yararlanmak üzere gezegenimize düzenledikleri seferler ile sonunda burada sömürge kuruşları anlatılıyordu. Merihlilerin sahip olduğu ileri lekneloji karşısında dünyalılar direnemiyor ve bir istilaya engel olamıyorlardı. Ama sonunda, Mcrihliler dünyadaki bakterilere dayanamadığından yenik düşüyorlardı. Bu kitap gezegenler arasındaki savaşı anlatan ilk tabloyu vermekteydi. Öyle iyi üslupla ve korkutucu şekilde kaleme alınmıştı ki, insanoğlunu LovvelFin yapılından daha fazla Mars’ta yaşam olduğu yolunda inandırmayı başarmıştı.
Oysa, gezegende Merihlilerin kanal açtığını herkes kabul etmiyordu. Görüş yeteneğinin çok güçlü oluşuyla dikkatleri çeken Amerikalı gökbilimci Edward Emerson Barnard (1857-1923) kesinlikle Mars’ın yüzeyinde kanalları görmemiş; onların yalnızca optik yanılma olduğunda ısrarlı olmuştu. Barnard’a göre; küçük ve düzensiz benekleri gören gözler onları uzun ve düz halmiş gibi yorumluyordu.
İngiliz gökbilimcisi Edward Waller Maunder (1851-1928) bu düşünceyi denetledi. Bazı daireleri oluşturup içlerine lekeli, düzensiz benekler koydu ve bunları okul çocuklarının ancak görebileceği uzaklığa yerleştirerek onların gördüklerini çizmeleri istedi. Çocuklar aynen Lowell ile Schiaparelli’nin çizdiklerine benzer düz hatlar çizdiler.
Diğer gökbilimciler de karşı çıktıkları halde, Lovvell kendi düşüncelerinde ısrarlı davrandı. Kamuoyu da onun çizdiği acıklı tabloya inanmayı sürdürdü. VVells’ın romanının yayınlanışından
elli yılı aşkın süre sonra bile, bilimkurgu yazarları Mars gezegenindeki kanallara ve aydın Merihlilere tutkuyla bağlıymış gibi görünüyorlardı.
Ancak yapılan bilimsel keşifler giderek Mars’ta yaşam olasılığını zayıflatan sonuçlar veriyordu. 1926 yılında iki Amerikalı gökbilimci William Weber Coblenz (1873-1962) ve Cari Otto Lampland (1873-1951), Mars’tan çevreye yayılan küçük orandaki ısıyı ölçmeyi başardılar. Ve gezegenin ekvatorunda güneş ışıldarken havanın ılıman ama gece zamanında Mars’ın Antarktika kıtası kadar soğuk olduğunu keşfettiler. Böyle büyük sıcaklık düşüşleri Mars’ın atmosferinin pek seyrek olduğu sonucunu da veriyordu.
1947 yılında Hollandalı-Amerikalı gökbilimci Gerard Peter Kuiper (1905-1973), Mars’ın atmosferindeki karbon dioksit oranını saptadı ama orada azot ile oksijeni bulamadı. Böylce gezegenin atmosferi çok seyrek olmakla kalmıyor, yoğun olsa bile soluk alınmayacak bir bileşimde olması gerekiyordu. Bu durumda, Mars gezegeninde ileri düzeyde bir yaşam bulunması olasılığı gerçekten zayıflamıştı.
Kuşkusuz burada gereksinilen tek şey, insansız uzay araçlarının sağladığı olanaklarla Mars’ı yakından incelemekti. 1965 yılında Maıiner 4 adlı insansız uzay aracı Mars’ın yüzeyinin 10.000 kilometre yakınından geçti. Yirmi tane resim çekerek bunları dünyaya gönderdi. Fotoğraflarda Mars’ın yüzeyinde hiçbir kanal görülmüyor, yalnızca Ay’dakilere benzeyen kraterler ayırt ediliyordu. Dahası, Maıiner 4’iin gezegenin yüzeyinden aktardığı radyo dalgalan Mars’ın atmosferinin yeryüzününkinin iki yüzde biri bjdar yoğunlukta olduğu ve bunun başlıca bileşiminin de karbondioksitten oluştuğu sonucunu veriyordu.
Gezegehe gönderilen öteki insansız uzay araçlarıyla daha iyi, kaliteli ve ayrıntılı resimler çekildikçe Mars’ta ileri düzeyde bir uygarlık bulunması olasılığı zayıfladı. 1971 yılı sonunda Maıiııer9, Mars’ın çevresindeki bir yörüngeye oturtulmak üzere fırlatıldı. Sonuçta tüm gezegenin haritası çıkarılarak Mars’ın yüzeyinde büyük ama ölü yanardağlar, dev bir kanyon, bir zamanlar nehir yatağı olduğu düşünülebilecek izler ile karbon dioksit ya da sudan oluşmuş geniş buz tabakalarının bulunduğu görüldü. Gezegenin her yerinde sıcaklık donma noktasının altındaydı. İnsan eliyle yapılmış hiçbir kanal görülmüyor ve Barnard ile Maunder’in optik yanılma savunmalarının haklılığı kanıtlanıyordu. Bu konuda Lowell tümüyle yanılmıştı.
1976 yılında Vikiııg I ve Vikitıg 2 insansız uzay araçları Mars’ın yüzeyine iniş yaptı ve tümüyle boş ve yaşamdan yoksun görüntüleri içeren resimleri çektiler. Mars toprağı üzerinde mikroskobik düzeyde yaşam şekilleri var mı diye otomatik testler de yapıldı. Şu anda, Mars gezegeni üzerinde eskiden ya da şimdi de yaşamın sürüp sürmediğinden emin değiliz. Ancak bakteri düzeyinde bile olsa, Mars gezegeni üzerinde yaşam bulunması olasılığı hemen hemen yok gibidir.