SONUNDA DÜNYANIN YAŞI NASIL SAPTANABİLDİ?
1896 yılında Fransız fizikçisi Antoine Henri Becquerel (.1852-1908) başka bir şeyi ararken tümüyle kaza sonucu olarak uranyum metalinin atomlarım içeren bir maddenin o günlere de- ğin bilinmeyen ışınımları (radyasyonu) yaydığım gördü. Polonyalı Fransız kimyacısı Marie Sklodovvska Curie (1867-1934) olayı incelemeyi sürdürdü. Ve 1898 yılında yeni ışınımın radyoaktivite olayı sonucu gerçekleştiğine karar verdi. Uranyum ile başka tipte bir atom olan ve uranyuma benzeyen toryum radyoaktif maddelerdi. Olayın radyoaktivite sonucu olduğunu gösterenlerden biri, 1914 yılında İngiliz kimyacısı Frederick Soddy (1877-1956) oldu. Soddy’e göre, uranyum ve toryum atomları daha basit atomlara bölünüyor, sırayla birbirlerini yıkıma uğratıyor ve radyoaktivite zinciri denilen olayların sonucunda kurşun atomları ortaya çıkıyordu. Kurşun atomları radyoaktif değildiler. Böylece yıkıma uğratma işlemi sona ermiş oluyordu.
Soddy ile birlikte çalışan Yeni Zelandalı Ernst Rutherford (1871-1937) her radyoaktif elementin bir yan ömrü olduğunu gösterdi. Diğer bir deyişle, belli miktardaki radyoaktif bir element bu yıkım sırasında yarı sayıdaki atomunu, belli nicelikteki zamanda yitiriyordu. Geriye kalan madde de ek yarı ömür süresince yarı yarıya yıkıma uğruyor ve işlem öylece sürüyordu. Bunun anlamı, belli miktardaki uranyum ya da toryumun bilinen yıl sayısından sonra ne kadarının geriye kalacağının önceden kes- tirilebilmesi olanağının doğması demekti.
Ancak, uranyum ile toryumun çok yavaş olarak yıkıma uğradığı da belli olmuştu. Uranyumun yarı ömrü 4,5 milyar ve toryu- munki 14 milyar yıldı. Böyle uzun olan yarı ömürler, yeryüzünün bir milyar yaşında olduğuna ilişkin Halley ve öteki bilim adamlarının savları doğru olsa bile, şimdi de dünyanın kabuğunda uranyum ve toryum bulunacağını gösteriyordu. Ayrıca yeryüzünün yaşıyla ilgili bir üst sınır da konulmuş oluyordu: Eğer dünya bir trilyon (yani bin milyar) yaşında ise, uranyum ile toryumun çoğu miktarının daha şimdiden yıkıma uğramış olması gerekirdi.
1907 yılında, radyoaktif maddelerin yıkımının tam olarak çözümlenmesinden önce Amerikalı fizikçi Bertram Borden Bolt-
wood (1870-1927), eğer bir kaya parçası uranyumu içeriyorsa, bu uranyumun ağır ağır ayrışacağını ve kurşun elementini sabit hızla oluşturacağını ileri sürdü. Oluşan kurşunla o kayanın ne kadar zamandan beri orada masif ve yerinden kıpırdamadan durduğunu kişi hesaplayabilecekti.
Ancak, başlangıçta kayada kurşun bulunup bulunmadığını saptamak kolay değildi. Oysa ki, kurşun birbirine yakın ilişkisi olan dört karışımdan ya da doğallıkla belli sabit karışım oranları olan izotop’tan meydana gelmektedir. Bu izotoplardan biri, radyoaktif ayrışmayla oluşmaz. Ve kaya parçasında bu izotopun ne kadar bulunduğunu ölçersek başlangıçta dört izotopun kayada ne kadar olduğunu hesaplayabiliriz. Böylece, yalnızca çok miktarda kurşun bulunuşu kayaların yaşının saptanmasını sağlar.
Bu şekilde kayaların bir milyar yaşında oldukları anlaşılmış ve Halley’in yıllar önce yaptığı özgün tahminlerin artık saçma olduğu düşünülmemeye başlamıştı. Gerçekte 1931 yılma gelindiğinde, kayaların 2 milyar yaşında oldukları keşfedildi. Bulunan en yaşlı kayalar ise Batı Grönland’daydı ve 3,8 yıllıktılar.
Ama durum bize yeryüzündeki en eski kayayı bulmuş olduğumuzu göstermez. Dünya bundan daha yaşlı olabilir. 3,8 milyar yıldan önceki zamanda yanardağ etkinlikleri kayaları defalarca eritmiş ve hiçbir kaya o erken dönemlerden günümüze niteliği bozulmadan gelememiş olabilir. Aslında, bilim adamları bu sorunu kitabımızda ilerdeki bölümlerde yer alan açıklamalarımızdaki gibi çözümlemişlerdir. Günümüzde genellikle yeryüzünün yaşı 4,6 milyar yıl olarak kabul edilmektedir.