YERYÜZÜ EVRENİN MERKEZİ MİDİR?
Bu da sorulması hiç yararlı olmayacak bir soruymuş gibi görünür. Çünkü, eski ve orta çağlarda yeryüzünün evrenin merkezi olduğu pek açık belliymiş gibi görünüyordu. O çağlarda yaşayan kişilerin düşünüşüne göre, tüm evren yeryüzü ve gökyüzünden oluşmaktaydı. Sanki her zaman gökyüzü üstümüzde ve her yerden eşit uzaklıkta gibiydi: Dünyanın kabuğuna doğru eğik bir yüzeyi oluşturuyordu. Yeryüzü merkezde olduğuna ve gökkubbe onu bir zarf gibi sardığına göre güçlük neredeydi?
Burada tek kafa karıştıran şey, gezegenler sorusu idi. Tam olarak gezegenler gökyüzü ile yeryüzü arasında neredeydiler? Gezegenler, gökte farklı hızlarla devindikleri için, Eski Yunanlılar onlardan arkasındaki yıldızlı göğe göre en hızlı hareket edenin dünyaya en yakında olması gerektiğini düşünmüşlerdi. Bu, ortak olarak yaşadığımız bir deneyimin sonucudur: Bir yarış alanında koşan atları izlerken, atlar pistin bize uzak kenarında iseler, daha yavaş koşuyorlarmış gibi görünürler. Pistte bize yakın kenarda koşan atlar, rüzgar gibi geçer görünümdedir. Bu etkileşimi bir otomobil yarışında da görebilirsiniz. Benzer şekilde, bir uçak çok yükseklerde uçarken yavaş gidiyormuş gibi göründüğü halde aynı hızla alçaktan uçtuğunda çok yüksek hızla gidiyormuş izlenimini verir.
Şu halde, hıza bakıp hareket hakkında düşünürken Eski Yunanlılar gezegenlerden yeryüzüne en yakındakinin Ay olması gerektiğine karar verdiler. Ay’ın ötesinde sırayla Merkür, Venüs, Güneş, Mars, Jüpiter ve Satürn bulunmalıydı. Gezegenlerden her birinin kendi kristal küresi olmalı; böylece gökyüzünde yedi kristal küre ile bir de sabit yıldızların yapışık olduğu sekizinci küre bulunmalıydı.
Böylece ortaya çıkan pek güzel bir tabloydu ama gezegenler
sorununu tümüyle çözmüyordu. Eski çağların insanı eğer astroloji çalışmaları yapacaksa, gezegenlerin hareketlerini tam olarak bilmek zorundaydı. Eski çağlarda yaşayan ve çoğu astrolojiye inanışında içten olan astrologlar yıldız ve gezegenlerin devinimlerini çok dikkatle incelemek zorunda kaldılar. Ve bunun sonucunda astronomi (gökbilim) denilen gerçek bir bilim ortaya çıkıp gelişti.
Tarih öncesi çağların insanı bile gökyüzünü çok dikkatle incelemiş olmalıydı. Bu nedenle, İngiltere’nin güneybatısında İÖ 1500 yılı dolayında oluşturulan Stonehedge anıtı, güneş ve Ay’ın gelecekteki devinimlerini incelemek üzere yapılmış olabilir.
Yıldızlar düzgün ve kararlı şekilde devinirler. Eğer gezegenler de öyle devinse onların gelecekte nerede bulunacaklarını bilmek bir sorun oluşturmayacaktı. (Böylece ortaya astroloji denilen konu da çıkmayacaktı. Çünkü, gezegenlerin deviniminin şifresi, üzerinde endişe duyulmayacak kadar basit olacaktı.) Oysa ki, gezegenler kararlı ve düzgün devinimler yapmazlar. Ay gökteki deviniminde geçtiği yolun yarısına kadar biraz daha yavaş, sonra daha hızlı gider. Aynı şey, çok daha küçük oranda gerçekleşmek üzere güneş için de doğrudur.
Öteki gezegenlerin devinimi bundan sonra da kötüdür. Genelde gezegenler arkalarında kalan sabit yıldızlara göre batıdan doğuya doğru devinirler (Bu etkiye gerçek devim diyoruz.) Buna karşı arada bir gezegenlerin devinimleri durur ve sonra, asıl devinimleri olan gerçek devimi sürdürmeye başlamadan önce bir süre geriye, yani doğudan batıya doğru devinirler (Buna da geri devim denilir.) Her gezegenin kendine özel gerçek ve geri devimleri bulunmaktadır. Ve bunun sonucunda her gezegen zaman zaman diğerlerinden daha parlak görünmektedir.
İşte böylece gezegenlerin gökyüzünde çizdikleri yörüngeleri hesaplamak ve gelecekte nerede bulunacaklarım bilmek pek karmaşık bir işlem olarak karşımıza çıkar. Eski Yunanlı gökbilimcilerden birkaçı, gezegenlerin devinimlerini incelerken farklı gezegenlerin ayrı küçük küreler üzerinde gezindiklerini ve bu kürelerin merkezlerini daha büyük küreler üzerinde devindiğini ve bazen merkezden uzaklaşıp sonra merkeze yaklaştıklarım, devinimlerinin böylece sürdüğünü varsaydılar. Gerçekte durum pek karmaşıkdı ve 150 yıl dolayında Eski Yunanlı genellikle Ptolemy adıyla tanınan gökbilimci Claudius Ptolemaeus (Yaklaşık olarak 100-170) bir kitap yazarak bu sistemi özetledi. Evrenin merkezinde yeryüzünün buluşunu ve onun çevresini saran pek çok küreler oluşunu açıklayan evrenin matematiksel yapısı Ptolemy onurlandırılarak Ptolenıy Evreni ya da Yennerkezli evren olarak adlandırılır. Bu sistem, 1.700 yıl süreyle herkes tarafından benimsendi. Hiç kimse sistemi sorgulamayı düşünmedi bile. Oysa bu sistem tümüyle yanlıştı.