YERYÜZÜNÜN İÇİ OYUK MUDUR?
Bu soru dünyanın içinin oyuk olduğunu kesinlikle düşünmeyen bazılarımız için şaşırtıcı gelebilir. Oysa, insanlar yeryüzünün içinin oyuk olduğuna çağlar boyunca inanmışlardır. Bu düşünce onlar için pek çok öykü ve efsanenin kaynağını oluşturmuştur. Bununla birlikte, yüzeysel kalsalar bile yeryüzünde mağaralar vardır. Bildiğimiz en derin mağara Batı Pireneler’dedir ve derinliği yalnızca 1,17 kilometredir. Yüzeyinden dünyanın merkezine olan 6.350 kilometrelik uzaklıkla karşılaştırıldığında 1,17 kilo
metrelik derinliğin pek yüzeysel kaldığı anlaşılır. Oysa ki, her çağda insanlar kendilerini yeryüzünün derinliklerine ulaştıracak derin oyuklan bulma fantezilerini kurmuşlardır.
Böyle derin mağaraları bulma düşüncesi ilkel çağlara değin uzanır. Yunan mitolojisinde tanrıların tanrısı Zeus’a başkaldı- ran devler yeraltında zincire vurulur ve onların debelenmelerinin depremlere neden olduğuna inanılırdı. Eski Yunanlıların Hades’i ile Musevilerin Sheol’unun yeraltında yerleştikleri varsayılır ve yanardağların varlığı da insanlara yeryüzünün içinin işkence yapmaya elverişli alevlerle ve kükürtle dolu olduğunu düşündürürdü.
Bilimin erken dönemlerinde bazı bilim adamları dünyanın içinin oyuk olduğuna ilişkin dinsel görüşleri haklı çıkarmaya çalışıyorlardı. 1665 yılında Alman bilgini Athanasius Kircher (Yaklaşık olarak 1601-1680) zamanının en çok kabul gören yerbilim kitabını yayınladı ve yeryüzünün içini ejderhaların yaşadığı mağara ve tünellerle delik deşik bir yer olarak tanımladı. 1800’lü yılların başlarında Amerikan ordusundan John Cleve Symmes (1742-1814) içi oyuk yeryüzüne ilişkin en ayrıntılı kuramları ileri sürdü ve kuzey kutup bölgesinde, insanların dünyanın içine doğru yolculuk edebileceği derin mağaraların bulunduğunu savundu. Bu düşünceler bazı kaçık kişilerin (öyleleri günümüzde bile vardır) hayal güçlerini harekete geçirdi. Symmes’den sonra pek çok bilimkurgu yapıtında yeryüzünün merkezine yapılacak yolculuk konuları işlendi. 1864 yılında Fransız yazarı Jules Ver- ne (1828-1905) bu tür kitaplardan en iyisini yayınladı: Dünyanın Merkezine Seyahat adını taşıyan bu yapıtta yazar yeraltı okyanuslarını, dinozorları, ilkel insanları anlattı ve yeryüzünün içine doğru uzanan mağaranın İzlanda’da olduğunu belirtti. Ondan önce Amerikalı yazar Edgar Allan Poe (1809-1849) da böyle bir öykü yazmış ve aynı türden bir mağaranın Kuzey Kutbu bölgesinde olduğunu anlatmıştı.
Kuşkusuz 1909 yılında Amerikalı kaşif Robert Edwin Peary (1856-1920) Kuzey Kutbu’na vardığında bölgede böyle bir mağaranın bulunmadığını açık seçik olarak kanıtlamıştı. Ama gene de aynı türden öykülerin yazılması sürdü. Yeryüzünün içinin oyuk olduğuna ilişkin en tutulan öykü dizisi yazar Edgar Rice Burroughs (1875-1950) tarafından kaleme alınmıştır. Yazarın Pellucidar adım verdiği yeraltı dünyasına ilişkin ilk öyküsü 1913’te yayınlanmıştı.
Ancak bizler 1798 yılından beri yeryüzünün içinin oyuk olmadığını ve olamayacağım biliyoruz. Cavendish yeryüzünün kütlesini hesapladığında, biz de bir santimetre kübünün yoğunluğunun 5 1/2 gram olduğunu öğrendik (Şu anki benimsenen sayı 5,518 gramdır.) Oysa, dünyanın kabuğundaki kayaların santimetre kübünün ortalama yoğunluğu 2,8 gramdır. Eğer yeryüzünün içi oyuk ve hava dolu olsa, dünyanın tüm yoğunluğunun 2,8 gramdan daha az olması gerekirdi. Santimetre küp başına tüm yoğunluğun 5,518 gram olması bize gerçekte dünyanın iç kesiminin kabuktaki kayalardan daha yoğun olduğunu göstermektedir. Bu durumda dünyanın içi oyuk olamaz. Orasının oyuk olmadığına ilişkin daha pek çok kanıt vardır ancak tek başına bu yoğunluk ipucu bile yeterli olmaktadır.