İşe başlarken çevremize bakmalı; yeryüzünün düzgün bir yer olmadığını ve şeklinin tanımlanmasının pek kolay yapılamayacağını görmeliyiz. Evleri, insan eliyle yapılmış diğer şeyleri ve canlıları görmezlikten gelsek bile, gene de yeryüzünde çıplak kayalarla toprakların düzgün olmayan yüzeyi ile İcarşı karşıya kalırız.
Şu halde ilk varacağımız sonuç, yeryüzünün dağlan ve vadileriyle, uçurum ve derin dere yataklarıyla yamru yumru bir yer olduğudur. Dağların ortalama iki bin metre yükseklikte kuleler oluşturduğu Colorado, Peru ve Nepal gibi bölgelerde yeryüzünün düzgün olmayışı pek açık seçiktir. Oysa Kansas, Uruguay ya da Ukrayna’nın bazı kesimlerinde yaşarsanız oralarda pek fazla dağ ve vadi göremez, oldukça düzgün alanlarla karşılaşırsınız.
Sonuç olarak bir tarafta dağ ile tepelerle karşılaşsanız ve bölge yüksek bir yer olsa bile öbür tarafta yükseklikler azalmakta; vadi ve dere yatakları bir yapa doğru alçalarak uzanmaktadır. Böylece yeryüzünün üzerinde ilerlerken hiçbir kesimin sürekli yükselmediğini ya da alçalmadığını; dünyanın inişli çıkışlı bir yer olduğunu görürüz. Şu halde ortalama olarak yeryüzünün düz bir yer olduğu sonucuna varmak insana mantıklı gelecektir.
Bir kez daha, çevresinde herhangi bir yönde toprakların görünmeyeceği büyük bir su kütlesi üzerinde tekneyle dolanırsak, yalnız suyun yüzeyinin nasıl olduğunu düşünebiliriz. Bu yüzey de dalgalarla dolu olduğu için düzgün değildir. Bununla birlikte, eğer rüzgâr yoksa ve dalgalar büyük değilse ortalama olarak su
yun yüzeyinin düz olduğu kolayca görülebilir. Gerçekte, çoğu kez suyun yüzeyi karalardan daha düzdür.
Böylece yeryüzünün düz bir yer olduğunu düşünmek kişiye mantıklı gelir ve insanların binlerce yıl süreyle inandıkları da bu olmuştur. Yeryüzünün düz olduğu insana mantıklı gelince ve bu sonuca varmak uzun uzun düşünmeyi gerektirmeyince, insanoğlu bu konuda düşünmek üzere neden zaman harcasın ki?…
Bir tepeye tırmanıp doruktan aşağınızdaki vadilere doğru hiç baktınız mı? Vadiler oldukça düz görünür. Daha ilerilere doğru bakarsanız evleri, ağaçları, akarsuları ve başka şeyleri görürsünüz. Ancak uzaklık arttıkça daha az ayrıntıyı fark edersiniz. Dahası, hava kesinlikle açık değildir. Sis ve duman uzak kesimleri gözden gizler. Ve yeryüzü ile gökyüzünün buluştukları yerde ortaya mavimsi bir pus çıkar.
Yeryüzü ile gökyüzünün buluşma yerine ufuk (çevren) adı verilir. Eğer düz bir yerden bakarsanız ufuk soldan sağa düzgün bir biçimde uzanır ve böyle bir hatta ufki (yatay) çizgi deriz.
Başka bir yöne, yakındaki diğer bir tepeye baktığımızı varsayalım. O tepenin arkasındaki kesimi göremeyiz. Bu nedenle yalnızca tepeyi ve onun üzerindeki gökyüzünü görür ama tepenin arkasındaki eğik zemini fark edemeyiz. Bize yakın olan tepenin gökyüzü ile oluşturduğu keskin çizgileri vardır. Böylece, düz bir alana doğru bakıp uzakta puslu bir ufku görürken bir tepeden bakınca yakın ufku keskin çizgilerle görmüş oluruz.
Bu kez okyanustaki bir geminin güvertesinde durduğumuzu hayal edelim. Hava açık, güneşli ve sakin olsun. Deniz havası karadakine göre daha az tozlu ve pusludur. Bu nedenle daha uzaklara bakar ve ufku daha keskin çizgileriyle görebiliriz. Burada
deniz açık seçik bir ufuk çizgisiyle buluşur. Ve bir tepeden bakıyormuş gibi oluruz.
Bu nasıl olabilir? Okyanusta dağlar ve tepeler bulunmaz. Yalnızca yüzeyi düzgün büyük bir su kütlesi vardır. Burada soruya tek yanıt, okyanusun düz değil eğik oluşudur. Ve geminin güvertesinde bulunduğumuz yerde, bakış açımızın eğikliğin tepesiyle buluştuğu uzaklığa kadar görebilmemiz ve daha öteyi göremeyişimizdir. Gemide biraz daha yüksek güverteye çıkarsak, eğik yerden daha ötesini ve daha alçak güverteye inersek ancak daha yakın yerleri görebiliriz. Dahası, güvertede ayakta durur ve tüm çevremize bakarsak her yönde aynı uzaklıkta olmak üzere ufku keskin çizgilerle ayırt ederiz. Bunun nedeni de, yalnızca okyanus yüzeyinin eğik oluşu değil, her yönde aynı derecede eğik olmasıdır.
Ama, okyanus neden böyle eğik olmalıdır? Evet, okyanus da yeryüzünün yuvarlaklığını izlemeli ve karalar da tüm yönlerde eğik olmalıdır. Karalar denizlerden daha az düzgün yüzeyli olduklarından ve karaların üzerindeki hava daha puslu olduğundan bu eğiklik karada denizdekine göre daha az belirgindir.
Yeryüzü eğik olduğuna göre, bu eğiklik ne türde bir şeydir? Eğer tüm yönlere doğru aynı biçimde eğikse yeryüzünün şekli küre olmalıdır. Çünkü, her yöne doğru eşit eğiklikte olan tek bilinen şekil küredir. Bu nedenle yalnızca çevremize bakarak ve düşünerek yeryüzünün bir küre olduğunu anlayabiliriz.
İnsanların binlerce yıl önce ufukları neden incelemediğini ve bu sonuca varmadıklarını sorabilirsiniz. Ama sorun, çoğu insanın bunu düşünmemesinde yatar. Yeryüzünün düz olduğunu düşünmek daha kolaydır. Ve dünyamızın düz oluşu eski çağlarda herhangi bir problem yaratmıyordu. Küre şeklindeki bir yeryüzü, az sonra göreceğimiz gibi, daha fazla düşünmeleri gerektiren problemleri ortaya çıkaracaktı…
Şimdi şunu sorabilirsiniz: Gözlerimize güvenebilir miyiz?
Yalnızca ufka bakmak yeterli midir? Evet, eğer ipuçlarını dikkatle incelemezsek gözlerimiz bizleri sık sık yanılttığı halde, bu durumda ufka bakmak yeterli olacaktır.
Örneğin, gene denizde olduğumuzu ve ufka doğru uzaklaşan bir gemiye baktığımızı düşünün. Gemiyi gözleyelim. Tekne ufka doğru yaklaştıkça onun suya yakın kesimlerini göremez oluruz. Şimdi gördüğümüz yalnızca teknenin bacası ya da yelkenli ise, yelken donanımıdır. Onlar da kısa sürede gözden kaybolurlar. Sonuç uzaklıkla ilgili değildir. Çünkü, elimizde bir dürbün bulunsa bile, onunla gemi daha büyük boyutta ve daha yakında görünecek ama bir süre sonra alt kesiminden başlamak üzere tekne yavaş yavaş gözden yitirilecektir. Görmekte olduğumuz, yeryüzünün eğikliğinin tepesine geminin tırmanması ve sonra öteki yana doğru inişidir.
Yeryüzünün bir küre olduğu fikrini ilk kez öne süren insan olarak bildiğimiz kişi, Eski Yunanlı Pisagor’dur (Yaklaşık olarak İÖ 580-500). Pisagor bu varsayımım ilk kez İsa’dan önce 500 yılı dolaylarında savunmuştur.
Dünyanın şeklinin küre olduğunu gösteren başka ipuçları da vardır. Belli yıldızlar yeryüzünün bazı yörelerinden görünürken öteki yörelerinde görünmezler. Ve ay tutulması sırasında yeryüzünün gölgesi ayın üzerine bir küre şeklinde düşer. Eski Yunan filozofu Aristo (İÖ 384-322) dünyanın şeklinin küre oluşuna ilişkin tüm ipuçlarını İÖ 440 yılı dolaylarında sıralamıştır. O sıralarda pek kabul görmeyen bu ipuçlarının doğruluğundan günümüzde yaşayan aydın kişiler hiçbir biçimde kuşku duymazlar. Bugün yaşanan Uzay Çağı’nda, yeryüzünün uzaydan çekilen resimlerinde dünyanın şeklinin küre olduğu açık seçik görülmektedir.